Hafıza Merkezi, Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası kapsamında “Hakikat İçin Umut Var Mı?” paneli düzenledi. Rusya, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, İran, Türkiye, Lübnan, Kıbrıs ve Cezayir’den zorla kaybetme örneklerinin verildiği panelde zorla kaybetmelerin Türkiye’deki tarihini ise İnsan Hakları Derneği’nden Gülseren Yoleri anlattı.
2011’de çalışmalara başlayan Hafıza Merkezi’nin, Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası kapsamında hazırladığı “Hakikat İçin Umut Var Mı?” paneli dün gerçekleştirildi.
Panel, Hafıza Merkezi’nin kurucularından Özgür Sevgi Göral’ın, zorla kaybetmelere dair, uluslararası bir bölge çalışması şeklinde hazırladığı, Kafkaslar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı ele aldığı “Hakikat İçin Umut Var Mı?” kitabının tanıtımı çerçevesinde yapıldı. Etkinliğe, Göral’ın kitabında incelediği ülkeler olan Lübnan, İran, Kıbrıs, Rusya ve Türkiye’den, zorla kaybetmeler ve kayıplar üzerine çalışmalar yapan çeşitli insan hakları örgütlerinin temsilcileri de katıldı.
“Hakikat İçin Umut Var Mı?”, Rusya, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, İran, Türkiye, Lübnan, Kıbrıs ve Cezayir’den zorla kaybetme örneklerini bir araya getiriyor. Kitapta yer alan örneklerle zorla kaybetme pratiklerinin köken farklılığı da ortaya konuyor. Analiz edilen farklı örneklerde, zorla kaybetme olgusunun etnik ya da ulusal çatışmalarla temellenebileceğini gördüğümüz gibi, bu olgu, otoriter devletlerin egemenliklerinin somut bir kullanımı olarak da karşımıza çıkabiliyor.
‘ZORLA KAYBETMELER ABD, ALMANYA VE BİRLEŞİK KRALLIK’TA DA GÖRÜLÜYOR’
Panele Skype üzerinden katılan kitabın yazarı Özgür Sevgi Göral, “Son 10 yılda yapılan çalışmalara göre, toplumun genelinde, ‘zorla kaybetme pratiklerinin 1970’lerde kaldığı’ gibi bir algı hakim. Oysa bu doğru değil. Zorla kaybetme pratikleri 20’nci ve 21’inci yüzyıllarda tüm dünyaya yayıldı” şeklinde konuştu. Bu yaygınlığı, Cezayir, eski Yugoslavya ve Türkiye’de 1980-1990 yılları arasında Kürt muhaliflere ya da solculara yapılanlar ile örnekleyen Göral, ‘zorla kaybetmelerin yalnızca “gelişmemiş” ülkelerde değil, ABD, Almanya ve Birleşik Krallık’ta da görüldüğünü’ vurguladı. Göral ayrıca,’ kayıpların ve zorla kaybetmelerin ardından verilen mücadelede kadınların, eşlerin ve annelerin önemine’ dikkat çektikten sonra, ‘kitabını Cumartesi Anneleri/İnsanları’na ve uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’ye ithaf ettiğini’ söyledi.
‘İRAN’DA DEVLET ZORLA KAYBETMELERİ MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR’
Justice for Iran (İran için adalet) Derneği’nden Shadi Sadr, zorla kaybetmelerle ilgili İran’daki duruma dair bilgilerini paylaştı. ‘İran’da 1980-1990 yılları arasında, tutukluluklarının bitmesine oldukça az zaman kalmış, 5 bin siyasi tutuklunun infaz edildiğini ve ülkenin farklı yerlerine devlet eliyle gömüldüklerini’ anlattı. Sadr, “2016’da ortaya çıkan ses kayıtları ile, bu katliamı gerçekleştirenlerin devletin üst kademelerinde yer aldıkları görülüyor… Devlet, ses kayıtlarının ortaya çıkmasının ve kamuoyunda büyük yankı uyandırmasının ardından ise inkar etmek yerine, bir tür ‘meşrulaştırma’ politikası izledi. Fakat 2016 ile, zorla kaybetmeler yalnızca kayıp yakınlarının değil, tüm İran halkının konuştuğu bir konu haline geldi” dedi.
LÜBNAN’DA YENİ YASA: ZORLA KAYBEDİLENLERİN AİLESİNİN BU KİŞİLERİN AKIBETİNİ BİLMEYE HAKLARI VAR
Lübnan’da ise zorla kayıp kişilerin yakınları, zorla kaybetmelere dair, iç savaş yıllarından beri devam eden kararlı mücadeleleri ile çok önemli bir gelişme elde ettiler. Bu gelişmeyi Lübnanlı katılımcı Mona Nasseraldin şöyle anlattı: “Yeni yasa ile, Lübnan devleti, arkada kalan ailelerin, kaybedilen yakınlarının akıbetini bilmeye hakkı olduğunu hukuk çerçevesinde kabul etti. Bu yeni yasa ile, iç savaşın en büyük acılarından birini hafifletmek devletin elinde gibi gözüküyor. Lübnan’da toplu mezarların yeri biliniyor, fakat devlet buralarda çalışmalar yapıp, ailelere bilgi vermiyor. Yeni yasa ile bu durumun değişmesini umuyoruz.”
‘ZORLA KAYBETME POLİTİKASI TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN MİRASI’
Zorla kaybetmelerin Türkiye’deki tarihini ise İnsan Hakları Derneği’nden Gülseren Yoleri, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu itibariyle, zorla kaybetme politikasını, İttihat ve Terakki’den miras aldığını ve devam ettirdiğini görüyoruz” sözleriyle anlattı. Ayrıca zorla kaybetmeler sonrası mücadelenin en kararlı ve sistematik örneği olan Cumartesi Anneleri’nin önemini de vurgulayan Yoleri, “1995’ten beri Cumartesi Anneleri tarafından izlenilen yolun birçok olumlu sonucu oldu, devlet daha sonraki teşebbüslerinde defalarca suçüstü yakalandı, kaybedilmek istenilenler kurtularak geri döndü ve başlarına gelenleri anlattılar. Bu şekilde oluşan toplumsal duyarlılık ile devlet de izlediği yolu değiştirdi” dedi.
‘FAİLLER KORUNUP, DEVLETİN ÜST MAKAMLARINA GETİRİLİYORLAR’
‘Bu süreçteki cezasızlığın önemli bir olgu olarak karşımıza çıkması ve faillerin korunması ile diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de sorumluların devletin üst makamlarına getirildiği’ ifade edildi. Yoleri sözlerine şöyle devam etti: “Bu durumun bazı noktalarda JİTEM davalarında kırılmalar yaşadığını görüyoruz. Diyarbakır, Cizre gibi JİTEM davalarında, çok ‘dokunulmaz’ gibi duran kişilerin yargılandıklarına tanık olabiliyoruz. Fakat JİTEM davaları da maalesef faillerin aklanması ile sonuçlanıyor. Cizre davası bunlardan biriydi, tüm faillerin aklanması ile sonuçlandı.”
‘OHAL İLE ZORLA KAYBETMELER TEKRAR GÜNDEME GELDİ’
Zorla kaybetmelerin son dönemde tekrar gündeme geldiğine dikkat çeken Gülseren Yoleri, Türkiye’nin bugünkü durumunu şu sözlerle ifade etti: “Özellikle OHAL ile, 15 Temmuz sonrası başlayan süreçte tekrar kaçırılmalar ve kaybetme süreçleri ile karşılaştık. Tespit edilebildiği kadarıyla bu süre içerisinde 22 kayıp vakası oldu ve bunlardan yalnızca 7’sinin akıbeti belirlendi. Bu konuda Sezgin Tanrıkulu’nun da Meclis’e taşıdığı son bilgiler bu şekilde. Türkiye, sadece zorla kaybetme pratiklerini kendisi uygulamıyor, aynı zamanda gözaltında kaybetmeler için başka gruplara da, Cemal Kaşıkçı örneğinde gördüğümüz gibi, mekan sağlıyor…”
‘TOPLU MEZAR HARİTASI KÜRTLERİN YAŞADIĞI BÖLGELERDE YOĞUNLAŞIYOR’
‘Toplu mezar haritasının Kürtlerin yaşadığı ve kimlik mücadelesi verdikleri yerlerde yoğunlaştığına’ dikkat çeken Yoleri, ‘İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin özel çalışması ile, 348 toplu mezar tespiti yapıldığından ve bu toplu mezarlarda 4 binin üzerinde kişinin bulunduğundan’ bahsetti.
Son olarak ‘kayıplara karşı mücadelenin, barış ve bir arada yaşama mücadelesi olarak karşımıza çıktığı, devletin insanlara karşı işlediği suçlarla, gerçek bir yüzleşme, ardından da adalet sağlanmadığı sürece ise barışın olamayacağı’ ifade edildi. / DUVAR