Tam 7 gün önce Manavgat’ta başlayıp güney sahilini kaplayan orman yangınları, hala kontrol altına alınamadı. Yangından geriye, dumanla kaplı yerler, çaresizlik ve halkın dayanışması kaldı.
Manavgat 7 gündür yanıyor. 4 farklı noktada başlayıp yerleşim yerini saran yangın nedeniyle ilçede yaşam durdu. Mahalleler, hastaneler, iş yerleri tahliye edildi. İlçe merkezine giren alevler kontrol altına alınmış olsa da Manavgat henüz yangının pençesinden kurtulabilmiş değil. Toroslar’ın yamaçlarındaki en ücra köylere kadar ilçenin birçok yerinde duman, is, yanmış orman, ev, ahır görüntüleri, bir savaş meydanını hatırlatıyor. Kesif bir yanık kokusu havada asılı duruyor. Toprağın, taşın, suyun bile yandığı bir yer Manavgat.
GÖKYÜZÜNE ULAŞAN ALEVLER
İlk ateş, 28 Temmuz’da Yeniköy Mahallesi yakınlarına düştü. 40 dereceyi aşan temmuz sıcağının tutuşmayı bekleyen kuru bir çıra haline getirdiği kızılçam ağaçları sert poyrazın da etkisiyle ardı ardına yanmaya, alevler bir bölgeden diğerine atlayarak yayılmaya başladı. Yangının başladığı çarşamba günü alevler 8 mahalleye sıçradı. O günden beri itfaiyeciler, orman işçileri, kolluk güçleri, belediye çalışanları, sağlık emekçileri ve gazetecilerin görev yaptığı yangına yakın noktalarda, soluk aldırmayan duman, gökyüzüne ulaşan ateş, yanan ağaçların gürültüsü ve endişe içinde sağa sola koşanların paniği var.
İlk gün yoğun duman ve is ilçenin üzerini kapladı. İlçenin her yerinde büyük bir panik havası vardı. İnsanlar, yangından kurtardıkları eşyalarını araçlara yükleyip daha güvenli yerlere taşımaya çalışıyorlardı. Traktörlerin arka kasalarında köylülerin alevlerden kurtardıkları sürüleri vardı. Hastane bahçesini dolduran insanlar, yangında yaralanan yakınlarının durumunu sormak için bekliyordu. Jandarma yangının olduğu bölgelere kontrol noktaları kurarak geçişi kesmişti. Kalemler Mahallesi baştan sona simsiyahtı. Mezarlıklar bile yanmıştı. Yerde toprağın üzeri kalın bir kül tabakasıyla kaplanmıştı. İplerinden salınmış hayvanlar bağırarak etrafta koşuyordu. Dumanın ortasında kalmış buzağılar öksürüyordu. Makilerin kavrulmuş yapraklarını yemeye çalışan keçiler, insanlara dağıtılan yiyecek içecek kutularına koşup su buldular.
İkinci gün gökyüzü kızıla boyandı. Yangın ilçe merkezine inince sirenler, korna sesleri, çığlıklar birbirine karıştı. Yangın müdahale araçlarının yetersiz kalışı ikinci gün daha hissedilir oldu. Şehir merkezindeki Sarılar Mahallesi’nde sık sık “Nerede bu itfaiye?” çığlıkları yükseliyordu. Yangın Devlet Hastanesi’nin arkasına doğru ilerleyince tahliyeler başladı. Korona ve diğer yoğun bakım hastaları Antalya’nın merkezine nakledildi. Hastane bahçesinde gökyüzüne baktım, sadece bulutlar değil güneş de kırmızıydı. Her köşe başında bölge halkının imece usulü aldığı yiyecek, su ve gözyaşı damlası gibi malzemeler dağıtılıyordu.
Giderek yardım feryatlarının yerini öfke aldı. Kalabalıklardan itfaiyenin, helikopterin, uçağın azlığını ve yangının nedenini sorgulayan sesler yükselmeye başladı. Gece saatlerinde öfke doruğa çıktı. Bölge halkı hem yangın çıkardığı düşünülen kişilere hem de ilçeyi ziyaret eden yetkililere öfkeliydi. Üçüncü gün yangın yükseklerdeki köyleri sardı. Alev alev yanan vadileri insanlar karşı tepelerden çaresizce izledi. “Buralar saatlerdir yanıyor bir tane itfaiye geçmedi” diyorlardı. Traktörlere su tankerleri yüklendi. Kamyonetlerle köylere paspaslar, yangın söndürme tüpleri taşındı. Evlerin etrafına su bidonları dizildi. Yanan yerlere bahçe hortumları uzatıldı. Yangınla mücadeleden umudu kesen insanlar, artık kendi başlarının çaresine bakmaya kararlıydı. Halk toplanıp ateşin girdiği mahallelere koştu. Köylerde birçok ev yangından böyle kurtarıldı.
KAPI ÖNLERİNDE ERZAK BİRİKTİ
Gündüz saatlerinde bir miktar kontrol altına alınan yangın, geceleri helikopterler çalışmadığı için tekrar büyüyordu. Boşaltılan köylere her gün yenileri eklendi. Sivil toplum kuruluşları ve sivil görevliler köy köy gezip yardım erzakları dağıtmaya başladı. Bu nedenle ücra köylerin tarihinde görülmemiş araç kuyrukları oluştu. Kapkara evlerin her birinin önünde yığınla erzak birikti. Mağdur ailelerin ortak derdi şu: “Her gelen erzak bırakıyor. Sağ olsunlar. Ama bizim başımızı sokacak bir evimiz, buzdolabımız yok. Bunları nerede saklayalım?”
Dördüncü gün, yangın ilerledikçe itfaiye erleri ve belediye işçileri bitkin düştü. Köylerdeki halk, kadınlı erkekli itfaiye ekiplerine yardım ederken, gençler de Torosların arasında turlayarak küçük yangınları söndürmeye gönüllü oldu. Günler ilerledikçe soluk almak giderek zorlaştı. Katlanılması güç bir sıcak, esen rüzgar, isli hava genzi yakmaya başladı. Artık başlarını sokacak bir evleri olmayan aileler, yakınlarının evlerine sığındı. Dehşet anlarından ayakta kalan evlerde ne su var, ne elektrik. İnternet bağlantısı ise çok zayıf. Yangında kopan kablolar nedeniyle altyapı tesisatı büyük ölçüde devre dışı bırakıldı. Yardım bekleyen evlerden “Susuzluktan kuruduk” feryadı duyuluyor.
Bölgede çok yoğun bir dezenformasyon var. Halkın önemli bir kısmında, yangınların yasa dışı örgüt işi olduğu kanıtlanmış, suçlular yakalanmış gibi bir görüş hakim. Köylerde toplanan öfkeli kalabalık, dağ yollarında gezerek sabotajcı avına çıkıyor. Yeni tutuşan yerleri söndürmek için ağaç aralarında gezenler, zaman zaman yamaçlarda düşman arayanlara hedef oluyor. Halkın diğer bir kısmına göre ise yangın, enerji hatları kaynaklı. İklim değişikliğinin etkisiyle sıcaklığın 40 dereceyi aştığı ve poyrazın başladığı günlerde yangın riskinin hat safhaya ulaştığını söyleyen bölge insanı, “Böyle günlerde biz yangın çıkabilir diye tetikte oluruz. Ama bu kez çok büyüdü” diyor. Bölgede bilgi kirliliği nedeniyle doğru yanlış birbirine karışmış durumda. Cehennem günleri bitip bu toz duman kalktığında asıl bilanço ortaya serilecek. Yangının nedenleri ve sonuçları ortaya konduğunda ihmaller ve eksikler de gün yüzüne çıkacak. Yangının yaraları ise ne kadar sürede sarılır tahmin etmek güç. / DUVAR