Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Kamuran Yüksek’le, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın tutuklanmaları ve ardından gelen HDP operasyonunu konuşmak üzere sözleştiğimiz saatlerde, tutuklama furyasına DBP Eş Başkanı Sebahat Tuncel de eklendi.
Uzun adliye mesaisi sonrası sorularımızı yanıtlayan Kamuran Yüksek, Mecisten belediyelerden atılarak demokratik siyasetten dışlanmak istendiklerini, ancak hükümetin bu tutumuna rağmen ‘Sorunların demokratik siyasetle çözülmesi yaklaşımından vazgeçmediklerini’ vurguluyor. Yüksek’in, şu ifadesi ise Kürt siyasetinin ruh halini yansıtması bakımından önemli: “Artık protestolar, ittifak politikaları, diplomasi geliştirme yöntemleriyle sınırlı olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Hem kendimiz, hem de Türkiye halklarının tamamı açısından stratejik değerlendirmeler yapma arifesindeyiz.”
Tutuklama furyasına Eş Başkanınız Sebahat Tuncel de eklendi. Tuncel hangi gerekçeyle tutuklandı?
Eş Başkanımızın tutuklanma gerekçesi, belediye başkanlarımızın, milletvekillerimizin, meclis üyelerimizin, hukuksuz alıkonma girişimiyle benzer bir formatta yürütülüyor. Bizim birkaç yılık faaliyetlerimizin tamamı, yaptığımız basın açıklamaları, katıldığımız etkinlikler, parti çalışmalarımız… Bunların hepsi toplanıp bir dosya yapılıyor ve örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklama gerçekleştiriliyor.
Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın tutuklanması, üst üste yaşanan gelişmeler nedeniyle derinlikli tartışılamadı. İçinden geçtiğimiz süreçte, Kürtler açısından önemli bir merkez olan Diyarbakır’a yapılan bu müdahale nereye oturuyor?
Gerek Sayın Kışanak ve Anlı’nın, gerek Sayın Demirtaş ve Yüksekdağ ile milletvekillerimizin tutuklanmasını ve aslında tüm olan biteni anlayabilmek için 7 Haziran’a bakmak gerektiği kanaatindeyim. 7 Haziran’da AKP tek başına iktidar olma şansını kaybetti. HDP, 6 milyon insanın oyunu alarak 80 milletvekiliyle Meclise girdi. Ondan önce bizler DBP olarak, 28 Mart 2014’te 106 belediye kazanarak önemli bir başarı ve temsiliyet ortaya koymuştuk. AKP tek aşına iktidar olamamasını HDP’nin güçlü bir şekilde barajı geçmesine ve çözüm süreci nedeniyle kısmi olarak oluşmuş olan demokrasi ortamına bağladı. Tek başına iktidar olmanın yolunun yeniden savaş ortamının yaratılmasından geçtiğini düşünmeye başladı. Kürt siyasetini hedef aldı, milliyetçilik yükseltildi, PKK ile tekrar çatışma sürecine girildi… Yani genel olarak demokrasiyi, hukuku askıya alma çerçevesinde bir darbe girişimi olarak nitelendirdiğimiz 7 Haziran ve sonrasında olanlar, bugün yaşananların bir zemini ve nedeni.
Simgesel olarak da önemi büyük Diyarbakır’ın belediye başkanlarını tutuklamanın ve yerine kayyım atamanın AKP’nin bölge siyaseti açısından nasıl okunmalı peki?
Bunu Ortadoğu, Suriye ve Rojava bölgesinde yaşanan gelişmeler ile yine Irak’ta, Kürdistan bölgesinde yaşanan gelişmelerden bağımsız ele almak mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, çözüm sürecini askıya aldıktan sonra, hatta çözüm sürecinin askıya alınmasının bir nedeni olarak, “Ortadoğu’daki bu yeni dengeler, yeni gelişmelerden Kürtler daha fazla istifade edebilir, biz barışma süreci içindeyken bunlar düşündüğümüzden daha fazla kazanımlar elde edebilir” kaygısıyla bir politika değişikliğine gitti. Ve Kürt karşıtı bir politika bina etmeye başlandı. İç ve dış politika bunun üzerine kuruldu. Bu çerçevede başta en azından kısmi ilişkiler içinde olunan PYD/YPG’yi bir “terör örgütü” olarak nitelendirmeye ve orada Kürtlerin kazanım elde etmesini engellemeye dönük bir politika izlendi. Dolayısıyla, Diyarbakır’ın seçilmiş olması da Kürtlerin bütün kazanımlarının hedeflendiğinin işaretidir.
Son günlerin revaçta olan retoriklerinden biri mili irade! Sık sorulan şu soruyu size de yöneltelim; Milli irade Diyarbakır ve kayyım atanan diğer belediyeler için neden söz konusu olmuyor?
AKP bütün kavramları kendine göre yorumlayıp, ters yüz etmede usta. Milli irade konusunu da kendine göre kullanıyor. Milli irade kendileri söz konusu olduğunda geçerli, ama başkası söz konusu olduğunda geçersiz. Kendileri halk tarafından oy verilerek bu görevlere getirildiler de, Gültan Kışanak, Fırat Anlı ya da diğer belediye eş başkanlarımız uzaydan mı geldiler? Onlar da halk tarafından seçilmiş, hem de kendisinin iki katı oyla seçilerek gelmiş insanlar. Bazı kentlerimizde yüzde 70 oyla, bazılarında yüzde 95 oyla seçilip göreve gelmiş olan arkadaşlarımızı siz alıyorsunuz yerine kayyım atıyorsunuz. Bunu da “hukuk içinde, demokrasi içinde yapılıyor” diye insanlara, topluma, dünyaya yutturmaya çalışıyorsunuz. Bunu gölgelemek, örtmek için de “terör” kavramını kullanıyorsunuz. Buna artık hiç kimse kanmaz. İşte dünyada da kimse inanmıyor. Bütün dünyadan izole edilmiş durumda AKP ve AKP’nin yarattığı ülke. Sadece Türkiye’de örgütledikleri şoven milliyetçi kesim arkalarında duruyor. Diğer bazı kesimler de korkutulmuş, sesini çıkaramıyor.
Siz de vurguladınız, belediye başkanlarının tutuklanması medya üzerinden çeşitli iddia ve ithamlarla meşrulaştırılıyor. Öne çıkan ithamlardan biri “Belediyelerin imkanlarının (parasının, iş makinelerinin) terör örgütünün hizmetine sunulması.” Dosyalarda, iddianamelerde bu iddialarla ilgili somut bir delil var mı?
Teşekkür ediyorum bu soru için çünkü keşke ana akım medya da buradan soru sorsa ve Hükümetten yanıt istese! Biz bunu çok istiyoruz. Çıksın Adalet Bakanı ya da Başbakan desin ki, “PKK’ye sunulmuş destek ve hizmetin kanıtı işte burada.” Şu an tutuklanan hiçbir belediye başkanımızın dosyasında ne tutuklanma gerekçesinde, ne kayyım atanma gerekçesinde öne sürdükleri hiçbir şey yok. Bırakın PKK, bırakın silahlı örgüt çerçevesini, bir kuruş paranın usulsüz harcanması dahi belediyelerimizde söz konusu değil. Müfettişler 20 Temmuz 2015’ten itibaren Cumhurbaşkanı ve o dönemki başbakan Ahmet Davutoğlu’nun talimatıyla haftalarca, aylarca bütün belediyelerimizde araştırmalar yaptırdılar, olmadı. Tekrar müfettiş gönderdiler, olmadı. Bir daha gönderdiler… Bir yıl boyunca müfettişler didik didik ettiler. Bütün müfettiş raporları belediyelerimiz açısından tertemiz. Zaten eğer bir tane olumsuz bir şey olsaydı, şu an benim bir şey söylememe gerek olmazdı, bunu çarşaf çarşaf bütün havuz medyasında kullanırlardı. O açıdan iddiaların hiçbiri asla söz konusu değil.
AKP medyası ve siyasetçileri, Kışanak ve Anlı’nın tutuklanmasına protesto edenlerin çağrısına yanıt verenlerin sayısına bakarak, HDP ve DBP’nin Kürt halkı içinde desteğini yitirdiğini savunuyor. Sizin değerlendirmeniz ne, yaşanan durum eylem çağrılarına itibar edilmemesi mi?
Siz bir yıl boyunca bütün kentlerde, bütün ülkede demokrasiyi, hukuku askıya alacaksınız, toplum üzerinde baskı kuracaksınız, OHAL ilan edeceksiniz, bütün gösterileri yasaklayacaksınız, insanlar burnunu dışarı çıkardığı anda polis, cop, gaz her türlü baskı aracı kullanacaksınız, sokakta olan herkesi gözaltına alacaksınız, tutuklayacaksınız… Ondan sonra “Basın açıklamasına şu kadar insan geldi, şu kadar gelmedi” diye bunun üzerinden siyaset yapacaksınız! Bu bizim toplumun desteğini, sahiplenmesini yitirdiğimizin değil, kendi utançlarını deşifre etme durumudur. Bir de, eğer her yer kırılıp dökülseydi, başka şeyler olsaydı diyeceklerdi ki “Bakın ortalığı kırıp döktüler, terörize ettiler!” Yani bunun da manşetleri hazırdı. Mesele kuzu-kurt meselesindeki “suyumu bulandırdın” meselesidir. Kuzu ha yukarda su içsin, ha aşağıda. Kurdun niyeti yemek! O açıdan bunlara itibar etmiyoruz. Halkımızın desteğinin kaybedilmediğini biliyoruz. Sandık kursalar yanıtlarını alacaklar. Halkımızın büyük desteği ile kazanılan belediyeleri neden seçime götürmüyorlar? Normalde bunun olması gerekmiyor mu? Kayyum geçici bir durum değil midir? Madem halk destek vermiyor, o zaman kur bakalım Diyarbakır’a sandığı? Niye KHK’lerle, hileyle hurdayla seçim yolunu kapatıyorsunuz?
Aynı soru tersten sizlere yöneltiliyor; ‘Belediye meclis üyeleri istifa etse seçim olur, ama bakın etmiyorlar’ deniyor…
Hayır, biz bunun hukuki çalışmasını yaptık, böyle bir durumun önünü almışlar. Meclis üyelerinin istifa etmeleri halinde de yerlerine yine kişi tayin edebiliyorlar ve devam ediyorlar.
HDP’nin yasama organındaki çalışmalarını durdurma kararını destekleyenler de, ‘Mecliste çalışmalar devam etseydi’ diyenler de oldu. Neden sine-i millet değil de, meclis çalışmalarına katılmama kararı?
Yaptığımız çok ciddi bir değerlendirme ve tartışmadır. Çok önemli hususlar tartışıyoruz şu anda. Halkla, toplumla tartışacağız. Geleceğimize birlikte karar vereceğiz.
O halde bu, esas kararı almadan önceki aşama mı?
Her gün insanlar ölüyor, çatışmalar var. İnsanlar yerinden yurdundan oluyor, Türkiye toplumu giderek yoksullaşıyor. Dolayısıyla bu sorumluluk çerçevesinde hareket ediyoruz ve sorunun ciddiyetinin farkındayız. Maalesef ciddiyetsiz olan Hükümet. Hükümetten yapılan açıklamaları izlediğimde “Bu kadar ciddiyetsiz bir Başbakan, bakanlar olamaz” dedim kendi kendime.
Başbakan’ın Meclis çalışmalarına katılmama kararı için sarf ettiği ‘Siz milli iradeyi tanımazsanız, millet de sizi tanımaz’ sözlerini kastediyorsunuz…
Milli iradeyi tutukladınız, cezaevine koydunuz. Milli irade nedir? Milli irade TBMM’nin duvarları, çatısı, oradaki koltuklar değil ki. O koltuklara oturacak olan insanlar! Hükümet cephesinden oldukça yüzeysel, ciddiyetten uzak değerlendirmelerle karşı karşıya kaldık. Oysa bizler hem kendimiz açısından, hem de Türkiye halkları açısından önemli kararlaşmalar, aşamasındayız. Stratejik değerlendirmeler yapma arifesindeyiz.
Açar mısınız?
Bakın biz istenmeyen, Mecliste, kurumlardan, her yerden dışlanmaya, atılmaya uzaklaştırmaya çalışılan bir noktada görüyoruz kendimizi. Bu noktada bir değerlendirme yapmak zorundayız. “Neden yasama faaliyetlerini terk etme, neden meclisi komple terk etme, istifa etme değil” diye sordunuz? Bunun nedeni bu sorumlulukla hareket etmemizle ilgili. İkincisi, biz hala sorunların demokratik siyasetle çözümü yaklaşımımızdan vazgeçmiş değiliz, bunda ısrarcıyız. Demokratik kurumları, demokrasi zeminini öyle AKP’ye, MHP’ye ya da bu gibi güçlere terk etme niyetimiz yok. Biz halklarımızın çözüm umudunu korumak istiyoruz. Bunun mücadelesini vereceğiz.
Yol haritamızı halkımızla birlikte belirlemek istiyoruz. Ancak şunu geçtik biraz; yani “Biz bu yönelimlere karşı direneceğiz, mücadele edeceğiz, işte protestolar, ittifak politikaları, diplomasi…” Bütün bunlar zaten elbette var ve olmaya devam edecek ama bununla sınırlı olmayan bir durumla karşı karşıyayız ve Türkiye’nin bütün halkları, bize destek versin vermesin bütün kesimlerle, demokratlarla, liberallerle, sosyalistlerle, devrimcilerle, sağcılarla, İslamcılarla Türkiye’nin geleceği ile ilgili sözü olan herkesi ve her kesimi dinleyerek birlikte yol haritası oluşturmayı düşünüyoruz. Böyle bir stratejik süreç içinde olduğumuzu ifade edeyim.
Gerek Gültan Kışanak ve Fırat Anlı, gerekse HDP Eş Genel Başkanları ve milletvekillerine yönelik son tutuklamalara ilişkin CHP tutumunu nasıl değerlendirdiniz?
Bugüne kadar yapılanların tamamında CHP’nin katkısı var. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek veren, anayasanın değişmesini sağlayan CHP oldu. Belediyelere kayyım atanması, bu sürecin olgunlaştırılması ve yasanın geçmesi dahil olmak üzere… MHP açık bir şekilde AKP’yi destekliyor ama CHP utangaçça fakat esas desteği veriyor. Türkiye’nin Meclisteki üçüncü büyük partisi HDP’nin genel başkanlarının, vekillerinin tutuklanması, Diyarbakır gibi 30 belediyemizin görevden alınarak yerlerine kayyım atanması… Bütün bu süreçlerde sessiz kalışı CHP açısından bir utançtır. Bakın hala AKP’ye karşı politika yürütürken çözüm sürecini hedefliyor. Neden yaşanan çatışma sürecini eleştirmiyor, buna karşı durmuyor da dönüp dolaşıp yok işte “Kandil’le görüştünüz, İmralı’yla görüştünüz, çadır mahkemesi kurdunuz” diyor? Peki, sen yarın iktidar olsan nasıl çözeceksin? Eğer savaş ve güvenlik politikasıyla diyorsan, bunu AKP yapıyor, ondan ala ne yapacaksın? Bu kadar tutarsızlık olabilir mi?
Bunu ‘Selahattin Demirtaş’ın son grup toplantısında dile getirdiği ve esasen CHP’ye seslendiği demokratik blok oluşturma çağrısını geri alıyoruz’ şeklinde mi anlayalım?
Sayın Demirtaş’ın açıklamaları bizim ortak görüşlerimizdi. Türkiye’nin sosyal demokrat, demokrasiden yana bütün kesimleriyle birlikte hareket edilerek demokratik bir muhalefet geliştirme fikri bizde her zaman vardı ama bu umutlarımızı, bu arayışlarımızı tüketen bir CHP var. Bunu ifade etmek istiyorum. Tabii ki CHP içinde demokrat, özgür düşünceli, ülkenin geleceği açısından kaygılanan insanlar var fakat CHP fikriyatının kendisi ve uygulanan politikalar maalesef bizim bu arayışlarımızı baltalayan bir noktada.
Diyarbakır’daki emniyet binasına yönelik saldırı sonrasında kafa karışıklığı yaratan bir durum ortaya çıktı. Valilik ‘PKK yaptı’ dedi, arkasından IŞİD’in üstlendiği duyuruldu. HDP’li milletvekilleri ‘Hedef bizdik’ açıklaması yaptı. Sonra saldırıyı TAK’ın üstlendiği haberi geldi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Bizim ilkesel bir duruşumuz var, bu tarz şiddet eylemlerine karşıyız. Kesinlikle onaylamıyoruz, tasvip etmiyoruz. Kimin yaptığına bile bakmayız. O mu yaptı, bu mu yaptı… Her biri kendi içinde anlam taşır ama ben ilkesel olarak duruşumuzu tekrarlamak ve kesinlikle kim yapmış olursa olsun şiddet eylemlerine, bu tür bombalama eylemlerine karşı olduğumuz ifade etmek istiyorum. Esas olan da budur.
Siyaset gündeminin ana konusu olan başkanlık, son günlerde bölünme retoriği ile birlikte tartışılıyor. Ancak başkanlıktan önce de AKP medyasında ‘iç ve dış güçlerle birlikte PKK’nin hatta HDP’nin ülkeyi bölme planlarından’ söz edildi, ediliyor. Nitekim bugün (6 Kasım) Yeni Şafak, “HDP’lilere gözaltı dalgası Kandil’in yurtiçindeki sabotaj planını boşa çıkardı” manşetiyle çıktı. Bölünme retoriği neden bu kadar sık ve komplo teorileri eşliğinde gündeme getiriliyor?
AKP kendisi bir şeyler uyduruyor, bir algı oluşturuyor; sonra bunun gerçekmiş gibi algılanmasını sağlamaya çalışıyor. Gerçekliklerden kopuk, kendi yarattıkları senaryoları tartışan bir AKP ve onun etrafındaki yazar, çizerlere tanıklık ediyoruz. Hakikaten bizler de izlerken hayretler içinde kalıyoruz. Şunu söylemek istiyorum; Kürt siyasi hareketi olarak Türkiye bütünlüğü içinde sorunun çözümünü aradık. Bunun için de HDP gibi bir proje oluşturduk. Bir Türkiyelileşme projesi önümüze koyduk. AKP bu projeyi baltaladı. Bütün bu operasyonlarla, tutuklamalarla, kayyumlarla hem yerel demokrasiyi hem genel demokrasiyi geliştirme konusunda şu an bir darbe girişimi içerisinde. Açıkça ‘Sizi bu Mecliste istemiyoruz, Türkiye bütünlüğü içinde bir arayış marayış içinde olmayın, Türkiye demokrasiyle güçleriyle buluşmayın, bundan vazgeçin. İşte belediyelerinize de el koyarız, hatta size bu topraklarda yer yok’ demeye getiriyorlar.
Türkiye toplumunun şuradan bakmasını rica ediyoruz; bizim ya da HDP’nin bölünme gibi bir yaklaşımı, stratejisi olmuş olsa, Meclisi, belediyeleri terk ederdik, “Buyurun sizin olsun, kendi çözümümüze, yolumuza bakacağız” derdik. Bunun karşısında AKP’nin, Meclisin yapması gereken şey “Hayır, buna müsaade etmeyiz” diyerek bizi sistemin içine çekmek olmalıydı değil mi? Ama durum tam tersi yönde, AKP bizi siyasi ve sivil kurumların dışına itiyor. Sonra da bizi bölücülükle itham ediyorlar, terörle ilişkili göstermeye çalışıyorlar. Çok garip bir durumla karşı karşıyayız hakikaten.
Kimi liberal-demokrat kalemler, belediye başkanlarının, HDP Eş Başkan ve vekillerinin tutuklanmasını doğru bulmamakla birlikte, Kürt siyasetini de ‘yanlışlarını’ görmemekle, örneğin ‘Kandil’le arasına mesafe koyamamakla’, ‘Kandil’in AKP’nin savaş kararına savaşla yanıt vermesini engellememekle’ eleştiriyor. Bu eleştirilere nasıl yaklaşıyorsunuz?
7 Haziran’dan sonra ilk açıklamalarımız, gerek DBP gerek milletvekilleri olarak, “Biz bu savaşı engelleyeceğiz, savaş yaptırmayacağız” oldu. Bunun önüne geçmek için çok çabaladık. İki güç savaşa karar vermişken, (PKK açısından da, devlet-hükümet açısından da) bizim bunu durdurma durumumuz ortaya çıkmadı. Karar verilmiş, bizi aradan çıkarmaya çalışıyor zaten Hükümet. İkincisi, işte “PKK’ye, şuna, buna mesafe!” Kürt siyaseti olarak öyle bir noktada duruyoruz ki; PKK, devlet, diğer siyasi güçler… Bütün bunların arasında çok ciddi bir rol oynayarak demokratik çözüm arayışı içinde olan bir noktadayız. Böyle bir noktada durmak aslında çözüm için avantajıdır. Biz ifade ettiğiniz aydınların, liberallerin eleştirilerine elbette ki anlam veririz, açık oluruz, özeleştiri de yaparız, hatta yaptığımız çok ciddi özeleştiriler var ama kamuoyunda nerede yer bulabiliyor ki? Sürekli bir karalama kampanyası. Bir yerde 50 cümle kuruyorsunuz, oradan bir cümlenizi alıp veriyor ve sizi itham ediyorlar. Sağlıklı bir tartışma zemini yokken söyleyeceğimiz şeylerin de bir karşılığı, anlamı olacağını düşünmüyorum.
Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Fikret İlkiz, HDP’li milletvekillerin tutuklanmasıyla parti kapatma davasının yolunun açıldığını söyledi. Son dönemde böyle bir soru sormak iyice anlamsızlaştı ancak, siz ne dersiniz, böyle bir şey olabilir mi?
Önce şunu ifade edeyim, “Şu da olabilir, bu da olabilir” gibi beklentileri çok dillendirerek, toplumda istemeden de olsa her şeyi kanıksatır, ona meşruiyet oluşturur hale geldik. “Belediyelere kayyum atayabilirler” dedik, toplum hazırlandı, atandı. “Milletvekilleri, eş başkanlar tutuklanabilir” dedik, tutuklandı. Şunu söylemek istiyorum; Hayır, olamaz! Olmamalı. Demokratik kamuoyu bunu yaptırmamalı. Yoksa “bu da olabilir, şu da olabilir” dedikçe biz de farkında olmadan zemin oluşturuyoruz, algı oluşturuyoruz, olduğu zaman da “A bekleniyordu, oldu” deniyor. Ses de çıkarılmıyor. O nedenle hayır, ben beklemiyorum. Ve olmayacaktır da. Bu noktada durmak gerektiğine inanıyorum.
Serpil İLGÜN / EVRENSEL