İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Kürt sorunu, mülteci konusu ve Selahattin Demirtaş'la ilgili kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. İmamoğlu, "Demirtaş siyasette aktifken çizdiği çizgiyi beğeniyordum" dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın siyasette aktifken kullandığı dili takdir ettiğini ve Erbil’le İstanbul’un kardeş şehir olması için herhangi bir engel bulunmadığını söyledi.
İmamoğlu’nun Rûdaw’dan Rawin Sterk’in sorularına verdiği yanıtların bir bölümü şöyle:
Bu sonuçlarla birlikte siz sadece rakibinizi yenmiş olmuyorsunuz, aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na büyük önem veren Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a karşı da bir başarı elde etmiş oluyorsunuz. Sizinle birlikte muhalefet adına yeni bir liderlik mi doğuyor? Elde ettiğiniz tecrübe ve başarı sizi ileride Türkiye liderliğine taşıyacak bir işaret veriyor mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben böyle bir hesap yapmam, yada böyle bir hesabın içinde hiç olmadım. Olaya şöyle bakarım; öncelikle siyaset meslek değil. Talip olduğumuz şey Belediye Başkanlığı ve bu bir görev. Sizi millet seçiyor, demokrasiye inanan birisiyim. Beni seçtikleri an itibariyle de seçildiğim göreve konsantre olurum. Nasıl düşünürüm? Nasıl bu işi en iyi yapan biri olurum diye önüme hedef koyarım. En iyisi olabilir miyim? Olabilirim, çok çalışırsam olurum. İdeallerim var benim. İstanbul’da en demokrat başkan olmak, yenilikçi bir belediye başkanı olmak, yeni nesil yerel yönetim anlayışının en iyi örneklerini bu kente sunabilmek. Buradan başka demokratik kavramlar üretebilmek, aidiyet duygusunu yükseltebilmek gibi birçok şey ekleyebilirim.
Dolayısıyla böyle bir sürecin başlangıcında hemen kariyer adına, “bu da olur muyum?” diye asla plan yapmam. İnsanı özellikle halka hizmet noktasında yukarıya doğru taşıyan en önemli unsur şudur; kararı siz vermiyorsanız doğru bir yoldasınızdır. Kararı toplum verir. Dolayısıyla bundan sonra siyasetteki kariyerime de elde edeceğim başarılardan sonra toplum karar verecektir. Liderlik zaten “ben liderim” demekle olmuyor. Toplum liderliği benimserse, kabul ederse var oluyor. O bakımdan bu zamanla ortaya çıkabilecek bir şey, şu andan tespit edilip onaylanacak bir şey değil.
Şu an bütün Türkiye’nin gündemindesiniz, İstanbul’u aştı. Hakkâri’deki vatandaş da İstanbul’u merak ediyor. İmamoğlu ne oldu, mazbatasını aldı mı, verildi mi diye merak ediyor. Bu bir sorumluluk hissi de veriyor mu size?
İnanılmaz bir sorumluluk duygusu veriyor! İstanbul gibi bir yerde yöneticiyseniz ve burada herkes varsa ki, bu sadece Türkiye’nin 81 ilinden mütevellit değil, aynı zamanda dünyanın bile farklı yerlerinden insanların hayat kurmaya çalıştığı, hayata tutunmaya çalıştığı bir şehirdir İstanbul, aynı zamanda dünyanın her yerinden insanın ziyaret ettiği bir kent burası, böyle bir kenti yönetmek elbette evrensellik ister. Elbette ki Türkiye’nin her yeriyle bağ kurmanız gerektirir, insanları hissetmenizi gerektirir. Tabi bu deneyim benim için yeni değil. Ben 35 bin nüfuslu bir kenti yönetim. Orada da herkes farklı, orada da Hakkâri’yi Van’ı hissediyordum, Rize’yi hissediyordum, Sinop’u, Kastamonu’yu, Çanakkale’yi hissediyordum. İzmir’i Balıkesir’i Antalya’yı hissediyordum. Çünkü herkes vardı ve herkesin İstanbul’la ilgili hayalleri vardı. Aslında bu kent hızla göç alan ve özellikle son 30-40 yılda büyük bir nüfus değişimine sahip olan bir kent.
Türkiye’yi anlamadan dünyayı anlamadan böyle bir kenti yönetirim demek büyük bir yanılgı olur. Bu bağlamda kendime çok güveniyorum. Çünkü insanı hisseden bir ruha sahip olduğumu düşünüyorum. En başta hiç önyargım yok, hiç bir şekilde yok. Yani bu ister yaşam biçimiyle alakalı olsun, en entelektüel bakış açısı olan, sanatla ilgilenen bir insanla da çok hızlı bağ kurabilirim. Ama bir emekçiyle bir lokantada komilik yapan ya da bulaşık yıkayan birisiyle de çok yakın bağ kurabilirim. Akademisyen ile de bağ kurabilirim, pazarcıyla da bağ kurabilirim. Çünkü ben hayatta çeşitlilikle yaşamış biriyim, bunlar benim en büyük avantajlarım. Bu bağlamda Türkiye’yi hissederek İstanbul’u yönetmeyi elbette hedefliyorum ve bunu da başaracağım.
‘İSTANBUL’UN EN BÜYÜK SORUNU PARTİZANLIK’
Seçim kampanyasına başlayacağız zaman, adaylığınız ilan edildikten sonra kampanyanızın ana momenti olarak neyi seçtiniz? Ne eksikti kazanmak için ya da İstanbul’u değiştirmek için?
Bana göre İstanbul’un ve Türkiye’nin en büyük sorunu partizanlık. Yani şu anda İstanbul’u yöneten kişiler partisi için çalışıyor. Hatta belki partisinin yöneticileri için çalışıyor. Kendisi için çalışıyor. Bence bu anlayış değişmeli. Partiler siyasal süreçte birer hizmet aracıdır. Yönetime geldiğiniz andan itibaren sizi oraya getiren halkı düşünmeli ve onlara hizmet etmelisiniz, aldatmamalısınız. Kazanmak için her yol mubahtır dememelisiniz. İnsanı kazanmanın, insanların rahatını sağlamanın en önemli unsur olmasını sağlamalısınız. Dolayısıyla dayanak olarak en başta bunu seçtim. Partizanlığı yok edeceğim, herkesi kucaklayacağım dedim.
Bazı şeyleri söylemek kolay değildir, cesaret ister. Ortada bir partiniz var, ittifakınız var İYİ Parti ama ben “İstanbul ittifakının oyuna talibim” dedim ilk gün. Bu tamamen özgün ve kişisel fikrimdi. İstanbul ittifakı içinde herkes vardı. Ben daha iyi bir şehirde yaşamak istiyorum, sosyal çevresi kuvvetli olsun istiyorum, anlayışı ne olursa olsun kentte mutlu olmak istiyorum. Toleransı yüksek bir şehirde olmak istiyorum, herkesin bir birine saygı duyduğu, özgürlüğün ve mutluluğun hâkim olduğu, çocukların iyi eğitim aldığı, herkesin eşitlenebildiği bir kentte yasamak istiyorum ki kentler aslında eşitlik duygusunu besleyen merkezlerdir. Yani insanlar kırsaldan kente göç ederken yaşadıkları en büyük motivasyon duygusu eşitlenme duygusudur. Dolayısıyla bütün bu unsurları ruhunda hisseden kişi işte benim bahsettiğim İstanbul ittifakıdır. Bakmıyorum ki A, B, C, D, partisine. Bu bakımdan bu özgün ruh bence kampanya sürecinin en ana gövdesini oluşturdu. Elbette daha sonra ihtiyaç duyulan alanları belirleyip insanların ihtiyaçlarına daha mikro ölçekte dokunduk ama yola çıkışımızın hattı ve ana çizgisi bu kurgu üzerinden yürüdü diyebilirim.
‘BENİ ÜRKÜTMEDİ DEĞİL…’
Kampanya süresinde büyük mitingler yapmadınız, genelde vatandaşlarla iç içe oldunuz. Çarşıda pazarda belli bir mesai yaptınız, çok fazla insana dokundunuz ve çok fazla da şikâyet işittiniz, çok fazla dert dinlediniz. Şimdi ben bu sorunları nasıl çözerim diye bir tereddüttünüz var mı?
Beylikdüzü tecrübemde bu dönemi yaşayan bir arkadaşım dedi ki bana, “o kadar sıcak ve ilgilisin ki, sana olan bu ilgiyi seçildikten sonra nasıl karşılayacaksın?” ilginç bir tıp adamının psikolojik bir tespitiydi aslında bu. Bir an beni ürkütmedi de değil. Ama ben şunu çözdüm. Çözmemdeki temel duruş şu; çalıştığınız insanlara, ekip arkadaşlarınıza ruhunuzu hissettirir ve onları bu sürece kattığınız anda işiniz kolaylaşıyor. İki temel unsur var. Bir, vatandaşın bir işi mi var, çözüm elinizde mi? çözeceksiniz kardeşim. Dönüp acaba çözmeli miyim, sağıma, soluma bakayım, siyasi talimat alayım yok öyle bir şey. Vatandaşın sorununu çözeceksiniz, isterse maddi bir sorun olsun, ya da küçücük bir dokunuşla çözeceksiniz. Çözemiyor musunuz yani hukuken engeliniz mi var, anlatacaksınız. Hiçbir vatandaş “gittim benimle ilgilenmediler” dememeli. Biz bunu kendi alanımızda sahiplenme duygusuyla, memnuniyetle yaşattık. Elbette iletişimin daha hızlı olduğu bir dönemdeyiz. Bunu da demokraside kullanarak insanlarla olan iletişimimizi hızlandırarak daha sempatik ve daha sevimli hale getirerek çözeceğimize inanıyorum.
‘KÜRTÇEYE, LAZCAYA, ERMENİCEYE KİM MANİ OLABİLİR?’
Seçim sonrası süreç neden bu kadar uzadı? Seçimlerden sonra YSK’nin kazandığınıza dair resmi olmayan bir açıklaması var ama yine de süreç çok uzadı. Bu sürecin kişisel olarak, Ekrem İmamoğlu olarak nasıl bir etki yarattı?
Ben şahsen ne kaybedebilirim ki? Kişisel kazanım olarak baktığınızda kazandım ben neticede. Ama ülke kaybediyor, demokrasi adına kayıp oluyor bu. Kimse kimseye malını mülkünü devretmiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi burada yaşayan 16 milyon insanın ortak değeridir. İstanbul’da yaşıyorsanız benim kadar sizin de hakkınız var, bu kadar net. Hiç kimsenin bir birinden üstünlüğü yok. Bir belediye başkanı sokağa indiğinde kendisini vatandaşlarıyla eşitliyorsa zaten başarıyı elde edebilir. Dolayısıyla çok net söyleyeyim; bu kadar hak sahibi olduğumuz bir makamın devrini kişiselleştirme, ülkenin bekası haline getirme ve diğer konuları da işin içine sokarak insanların kin duymasını sağlayan bir takım politikalar üretme, ülkemizin kaybı, bu ülkede yaşayanların kaybı.
Hükümetten sizinle herhangi bir temas oldu mu? Resmi veya gayri resmi de olsa arayan tebrik eden oldu mu?
Yok yani çok eski görevleri olan insanlar belki aramıştır ama direkt, bizzat hükümetten öyle bir telefon almış değilim.
‘KÜRT HEMŞEHRİLERİMİN BAŞKA İHTİYAÇLARI DA VAR’
Elimizdeki verilere göre İstanbul’da yaklaşık 6 milyon civarında Kürt var. Kürt seçmenlerin büyük bir kısmı size oy verdi gibi görünüyor. Elbetteki yol, köprü ve altyapı hizmetleri herkes için yapılıyor ama Kürtlerin farklı beklentileri var, bu kapsamda size dönük başka sorumluluklar yükleniyor haberiniz var ya da yok bilemiyorum, ne vaat ediyorsunuz kolektif haklar konusunda, özellikle belediyenin yapabilecekleri konusunda?
Öncelikle şunu söyleyeyim İstanbul kentini oluşturan nüfusla ilgili herkesin bir iddiaları var. Ama bu beni ilgilendirmiyor. Beni 16 milyon insan ve bu insanların duyguları ilgilendiriyor. Bunun içerisinde inanç özgürlüğü çok temel bir şey. Yani bir inanç grubunun hâkimiyeti değil, her inanç grubun kendi alanında özgürce inancını yerine getirebilme özgürlüğü çok önemli bir şey. Yaşam özgürlüğü çok önemli. Bu yaşam özgürlüğünden bahsederken elbette ki şehrin kurallarına uyacaksınız, ebetteki şehrin prensiplerine sahip çıkacaksınız ama yaşam alanlarınız da kendinize özgün, haklarıyla yaşamınızı sürdüreceksiniz. Çevre, eğitim vs. bütün bu kavramlar herkes için geçerli. Yani benim Kürt hemşehrilerimin çocuğu için ayrı bir gelecek tasarlayacağım veya Türk hemşehrimin çocukları için ayrı, ya da başka bir etnik köken için ayrı bir gelecek tasarlayacağım mümkün değil. Böyle bir anlayışı zaten şehirde yaşatamazsınız. Sosyolojik ihtiyaçları olabilir ki şu bir realite.
Özellikle son dönemlerde yakın dönem büyük göçlerin belli bir kısmını Kürt vatandaşlarımızın göçü. Belirli sebeplerden dolayı tabi. Burada çok önemli bir şey var. Kesinlikle intibak meselesi var ve bunu aşmamız lazım. En başta kim burada sıkıntı çekiyor kadınlar ve çocuklar çekiyor. Sıkıntıyı çeken kitlelerle ilgili, intibak sürecini hızlandırıcı, kente uyum sağlayan ve uyum sağlarken kentle birleşebilen örneğin kadınların iş gücüne katılmasını sağlamak gibi. Veya çocuklarının daha iyi eğitim almalarına fırsat tanımak gibi. Yaptığımız araştırmalarda okul öncesi eğitime en az katılan özellikle şehrin varoş diye tabir edilen bölgelerinden olduğunu görüyoruz ki ben İstanbul’da böyle tarif edilen yerler kalsın istemiyorum. Dolayısıyla biz onları da hayat tutundurmalıyız. Bu tür problemleri aşmak benim Kürt hemşehrime de hizmet etmem anlamına geliyor.
Kürt hemşehrimin başka ihtiyaçları da vardır. Bana diyorlar ki “biz dilimizi öğrenmek istiyoruz”. Gayet doğal tabii. Kendi ilçemizde bile bu talepte bulunan insanların belediyenin yapabileceği bir kurstur bir eğitimdir bunda hiçbir sıkıntı yok ki. Bırakın benim Kürt vatandaşlarımı. Nijeryalısı geliyor diyor ki ben şu dili öğrenmek istiyorum. Yine ilçemde yaşadığım bir konu ev ziyaretleri esnasında üç dört kadın grubuna katıldım, oy da aldığımız bir kitle değildi. Dediler ki, “Başkanım Arapça kursuna ihtiyacımız var” dediler. Bilmiyordum Neden diye sordum ilahiyat okuduklarını söylediler. Açık öğretimde ilahiyat olduğunu gerçekten bilmiyordum ama üç yıldır Beylikdüzü’nde Arapça kurslarımız var. Toplumun ihtiyacı olan her unsuru karşılamakla yükümlüsünüz.
Belediyenin kültür programlarında Kürtçeyi de görebilecek miyiz?
Niye olmasın? Bir kültür programında Kürtçe şarkı söyleyen bir grubun gelip orada şarkı söylemesine kim mani olabilir? Kürtçe de söyleyebilir, Lazca da, Ermenice de söyleyebilir. Bu şehirde biz dünyanın her bölgesinden insanları getirip onların kültürlerini sahneliyorsak benim vatandaşımın diliyle orada bir kültürel faaliyette bulunmasına neden karşı olalım? Bunları aşmamız lazım. Bu toplum bunları aşarsa inanın en büyük kardeşlik, en büyük birlik orada olur. Benim ana unsurlarım var. Ben vatanımı ve milletimi çok seviyorum, topraklarımı çok seviyorum, her karışını ayrı seviyorum. Ben bu vatanın insanlarına hayranım. Diyarbakır’a, Muş’a, Erzurum’a da hayranım. Rize’ye de Sinop’a da, Kastamonu’ya da hayranım. Her yerin ayrı bir rengi, ayrı bir sıcaklığı var. Biz kısıtlayarak kardeşliği yaratamayız. O kardeşliği yaratmak için insanların özgürlüğü hissetmeleri lazım. Gerçekten ihmal ettiğimiz, sıkıntı çektiğimiz taraflar var. Geçmişte yapılan hatalar var. Olabilir, biz hatalarımızla bir aradayız. Biz niye 2019 yılındayız e o zaman 1700 küsürlerde yaşayalım bu mümkün değil. 2019’da yaşıyorsak geçmişten bu güne gelen tecrübelerle bu günün mükemmelini yakalamakla ve geleceğe daha iyi bir Türkiye bırakmakla mükellefiz. Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmaktayım, ben bu ülkenin bayrağına ve milli birliğine sahip çıkmaktayım. Milli birlikten kastım burada yaşayan insanların halkların birlikteliğinden bahsediyoruz.
‘DEMİRTAŞ’IN SİYASETTE AKTİFKEN ÇİZDİĞİ ÇİZGİYİ BEĞENİYORDUM’
CHP Kürt sorununun çözümünü programına da aldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak sizin biraz da bu şehri aşan bir konumunuz da bulunuyor. Kürt sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl bakıyorsunuz?
Aslında olaya etnik tanım üzerinden “sorun” dediğiniz zaman sanki Kürt vatandaşlarıma haksızlık yapılıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Aslında olaya “Kürt sorunu” gibi değil de biraz daha insani gözle bakmak gerekiyor. Baktığınızda aslında o zaman etkinleştirirsek işi bazı konular aslında hepimizi ilgilendiriyor. Örneğin bu ülkede gelir adaletsizliği var mı? Evet var. Bu temel sorunlardan bir tanesi, e bunun Kürt sorunu ile hiç bağlantısı yok kardeşim dediklerinde, sadece Kürt kardeşimin dilini mi konuşacağız, hayır bağlantısı var ekonomik bağlantıları var, eğitimsel bağlantıları var. Dolayısıyla “Kürt sorunu” dediğimiz zaman o bile ayrımcılık başlatıyor. Hâlbuki eşitlenme duygusu yurttaş eşitliğinden bahsetmeliyiz. Diğer türlü başka etnik kavramlar ürettikçe bu vatanı bölmeye başlıyorsunuz. Her etnik kavram başka etnik grupların içerisinde kendine has değerlere kitlenmesine veya orada kendine muhafaza alanı üretmesine neden olur ki bu sefer tepki doğuran başka bir grubun varlığını sanki tanımlamış olur. Ben buna karşıyım. Ben İstanbul ittifakı, 16 milyon yurtsever insanın ittifakı diyorum. 16 milyon bu şehire bağlı yurttaş diyorum. Bu kavramları bu şehirde canlı tuttuğunuz zaman ki benim tabirini kabul etmediğim Kürt sorununu da çözmüş olursunuz, başka sorunları da çözmüş olursunuz. Eşitlenme duygusu çok değerli bir şey. Bu aslında evrensel demokrasinin değerlerini bu şehre ya da bu ülkeye yansıtabilmektir. Uluslararası düzeyde ve başka ülkelerde bunun uygulanmış biçimleri var. Ama işi bu kadar mikro gruplara, etnik kökenlere, hatta bazen inanç gruplarına dağıttığınız an sorunu büyütüyorsunuz, çözüm de çıkmıyor oradan.
Seçimlerden önce Selahattin Demirtaş’ın bir tweet attığı ve böylece Kürt seçmenin oylarını size konsolide ettiği belirtiliyor. Bunu duyduğunuzda ne hissettiniz? Bir de Türkiye’de açlık grevleri konusu var ve kritik aşamaya ulaşmış durumda. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben hukukun üstünlüğüne inanan biriyim. Hukukun yavaş işlediği ya da hukukta çifte standarttın oluştuğu yerde süreçlerin topluma bir fayda getirmeyeceği kanaatindeyim. Ben Sayın Demirtaş’la ilgili süreci birebir irdeledim, araştırdım ve bu konuda fikir sahibiyim dersem sizi de yanıltmış olurum. Ancak suçların netleşmediği ve insanların fikirleri nedeniyle ya da söyledikleri bazı sözlerden dolayı suçlandığında yaşadığı ızdırapları bu ülke geçmişte çokça çekti. Eğer örnek verirsek bunu yaşayanlardan biri de Sayın Cumhurbaşkanı. Dolayısıyla Sayın Demirtaş’ın siyasette aktif olduğu dönemde çizdiği çizgiyi beğenenlerden biriydim. Gerçekten de barışçıl, uzlaşmacı ve evrensel değerleri öne çıkaran dili vardı. Bundan da çok mutluluk duydum. Hatta kendi adıma bunun Türkiye için bir fırsat olabileceğini ve birçok duvarı yıkabileceğini de dile getirdim. Bugün de hâlâ aynı kanaatteyim. O dilin geçerli olduğu bu ülkede çok daha mutlu olabileceğimizi görüyorum. Bu bağlamda böyle siyasi bir çizgisi olan bir insanın benim hakkımda pozitif bir şey söylemesi elbette beni mutlu etmiştir. Tabi bu söylem seçmende ne kadar etkili olur, olmaz bu benim tespit edebileceğim bir şey değil. Ama elbette beni mutlu etmiştir.
‘ŞAM’LA İLİŞKİLERİN DÜZELTİLMESİNİ İSTERİM’
Türkiye 2003’ten sonra Bağdat ve özellikle Erbil ile yakın ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilere sahip oldu. Fakat bağımsızlık referandumundan sonra Erbil ile bu ilişkiler aksadı. İstanbul’da Erbil merkezli 270 küsur şirket vardı ve bölge ile ticaretin gelişmesine katkıda bulunuyorlardı. Ancak onların da tamamı çekildi. Yeniden Erbil’den buraya bir yatırım olması ve yeniden böyle bir sürecin başlatılması için girişiminiz olacak mı?
Türkiye’nin Orta Doğu’da ve doğu Avrupa’da çok önemli bir konuma sahip. Bu anlamda Türkiye’nin vazifeleri var. Mesela demokrasinin beşiği olmalısınız. İyi şehircilik uygulamalarının merkezi olmalısınız. Çevrenizde barışın teminatı ve barışçıl politikaların öncüsü olmalısınız. Dolayısıyla komşularla sürdürülen politikalarda barışçıl olma, ilişkilerin kuvvetlendirilmesi ve ticaretin geliştirilmesinin bu ülkenin çıkarına olduğunu biliyorum. Ülkemiz diğer ülkelere sırt çevirerek gelişemez. Bu anlamda lokomotif güçlerden birisi İstanbul kenti olmalı. Zira İstanbul Türkiye’nin motor gücü konumundadır. Sadece Erbil’de değil, diğer tüm yakın başkentlerde, mesela Suriye’de ilk önce barış olsun isterim. Şam’la ilişkilerin düzelmesini isterim. Barış şu anda Türkiye’nin her tarafına yayılmış milyonlarca insanın vatanına dönmesi anlamına geliyor. Bu bakımdan her şehirle barışçıl bir dil kullanan, ticaret yapan, turizm yapan, ilişki kuran bir dilin elçisi olmaya hazırız.
Mülteciler hakkında söylediğiniz bir söz yanlış anlaşıldı…
Hayır, yanlış anlaşılmadı, yanlış yazıldı.
İstanbul’da çok sayıda Suriyeli mülteci var ve vatanlarına dönmesinden yanayız diye bir söyleminiz var, bunu söylerken neyi kastediyorsunuz?
Üç aşamalı bir politika bu. Bir dedim ki, biz bu ülkede büyük mağduriyet yaşayan mülteciler olduğunun farkındayız, özellikle kadınlar ve çocuklar. Ben sokak sokak geziyorum. Perişan haldeki çocuklar ve çocuk yaşta evlilik yapan kızlar var en nihayetinde insan bunlar. Bu trajedilerin bir daha yaşanmaması adına birebir tespit edip yerel politikalar üzerinden hem sosyolojik, hem maddi ve hem de manevi destek sunma konusunda kendimizi sorumlu hissediyoruz. Bu anlamda yerel politikalar geliştireceğiz dedik. İkincisi, Türkiye’nin ulusal politikasına katkı sunan öncü politikalar geliştirme konusunda bir laboratuvar gibi davranan, sesi çıkan bir yönetim olacağız dedik. “E ne yapalım Ankara böyle düşünüyor biz de böyle düşünüyoruz” demeyeceğiz. Üç, uluslararası arenada bu sesi dillendiren, gidip konuşan, anlatan bir konumda olacağız. Ben bu konuda aynen şunu dedim; “Ey emperyalist dünya, sadece bu ülkenin toprakları altındaki petrolleri düşüneceğinize ve bunun üzerinden bir çıkar dünyası oluşturacağınıza toprağın üzerindeki barışı hep beraber inşa edelim.” Sadece Türkiye’de değil, Ürdün’de de bir o kadar mülteci var. 6-7 milyon insan dünyaya savrulmuş durumda. Kim vatanında yaşamak istemez ki? Dolayısıyla bu insanların yuvalarına ve vatanlarına dönmelerini sağlamalıyız.
Yani bunun altyapısının oluşturulması gerekiyor diyorsunuz…
Aynen öyle. Üç politika sıraladım. Mülteci politikasında başlangıç doğru değildi, böyle yönetemezsiniz. Sınırlarınızı açarak bir anda İstanbul’a bir milyon mülteci almanız, bu dünyanın hiçbir ülkesinin kaldırabileceği bir sistem değil. Kaldı ki bu bir mülteci süreci de değildir. Bu aynı anda bir topluluğun başka bir toprağa veya topluluğu taşırılmasıdır. Dünya buna tedbir almazsa yarın öbür gün bu tür toplu yer değiştirmeler her ülkenin kapısını çalabilir. Dolayısıyla bu uluslararası bir sorundur. Ama sorunun çözümünde 16 milyonluk bir kentin, 1 milyon Suriyeli misafiri eden bir kentin sözcüsü olacağım, konuşacağım. Çünkü birebir bu sorunu yaşayan insanım ben. Sokaklarda artık çatışmalar başladı. İstanbul’da bu nüfusla uyuşamayan, kavga eden ve benim ekmeğimi elimden alıyorlar diyen insanlar var.
‘İSTANBUL İLE ERBİL KARDEŞ KENT OLABİLİR’
Sosyal medyada sizinle röportaj yapacağımızı duyurduğumuzda Erbil’den bir arkadaşımız, “İstanbul’un Erbil’i kardeş şehir seçmesini isteriz, bu olur mu?” sorusunu size sormamızı istedi. Ne bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Olabilir tabi, konuşuruz. Tabi kardeş şehir politikaları sürdürülebilir olmalı. İlçe düzeyinde de bunu yaparken çok araştırdık. Çünkü bazen anlık karar veriyorsunuz ama çok işlemiyor. İlk önce kardeş kent politikaları ne durumda, neler yapılmış, onları analiz edeceğiz. Ama Erbil artık o bölgenin önemli bir kenti ve önemli bir ticaret merkezi. Orada ticaret yapan çok arkadaşım var ve beklentileri oldukça yüksek. Erbil’in hızlı geliştiğini de biliyorum. Bu bağlamda mutlaka düşünürüz. Karşılıklı diyaloglar kurar, konuşur ve hep birlikte karar veririz. (Kaynak)
‘Çiçek göndermeyin, bağış yapın’
Ekrem İmamoğlu bugün Twitter’da paylaştığı bir mesajla da seçim başarısı nedeniyle çiçek göndermek isteyenlerden üç kuruma bağışta bulunmaları çağrısı yaptı. İmamoğlu mesajında, “Tebrik çiçekleriniz bağış olsun. Kıymetli hemşehrilerim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tebriği için çiçek vb. yollamak yerine aşağıdaki sivil toplum kuruluşlarına bağışta bulunabilirsiniz” diyerek, TSK Mehmetçik Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve LÖSEV’e bağış çağrısı yaptı.
Ekrem Imamoglu✔@ekrem_imamoglu
Tebrik çiçekleriniz bağış olsun
Kıymetli hemşehrilerim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tebriği için çiçek vb. yollamak yerine aşağıdaki sivil toplum kuruluşlarına bağışta bulunabilirsiniz.