ABD Merkez Bankası FED faiz artırımına giderse, Dolar’ın 2.80 TL’ye düşebileceği öngörülüyor.
Gelecek hafta, 15-16 Aralık tarihlerinde, Fed’in Federal Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantısı yapılacak. Peki bu toplantıdan çıkacak karar Türkiye’yi nasıl etkiler?
Deniz Bayramoğlu, ABD Merkez Bankası Fed’in faiz kararının dolar/TL’nin seyrini nasıl etkileyeceğini yazdı.
İşte Bayramoğlu’nun yazısı:
“Bugün sokağa çıkıp 100 kişiye “Fed nedir” diye sorsak bir ya da bilemedin iki kişiden doğru yanıt alırız. Hayır, bunu hayıflanacak bir durum olarak görmüyorum. Ne olacaktı ki, vatandaş Fed’in (Federal Reserve-ABD Merkez Bankası) ne olduğunu bilmekle kalmayıp bir de faiz politikasına dair yorum mu yapacaktı?
Ama bu durum vatandaşın, Fed kararlarından etkilenmediği anlamına gelmiyor elbette. Sadece Ayşe teyzemiz, Mahmut abimiz açısından değil, Meksika’da manav Juan Rodrigez abimiz, Arjantin’de kuaför Sophia Cortez ablamız, Rusya’da memur Vlad ve Katerina çiftimiz, Japonya’da bento-shop sahibi Takeda Hiro kardeşimiz için de Fed’in aldığı/alacağı kararlar hayati öneme sahip. Elbette her biri kendi ülkelerinin ekonomik koşullarına bağlı biçimde etkileniyor -kimisi iyi, kimisi kötü- ama hiç etkilenmemek gibi bir olasılık söz konusu değil.
Gelecek hafta, 15-16 Aralık tarihlerinde, Fed’in Federal Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantısı yapılacak. Bu toplantıda Fed’in son bir yıldır “ha bu ay, ha sonraki ay” diyerek sürekli gündemde tuttuğu ama bir türlü değiştirmediği kısa vadeli faiz oranlarında bu kez -nerdeyse kesinlikle- artırıma gitmesi bekleniyor.
Bu kararı en hevesle bekleyen kesim piyasa oyuncuları. Çünkü doların faizinin artması demek getirisinin artması anlamına geliyor. Bu da dolara talebin artması sonucunu getiriyor. Talep artınca da bu kez de doların değeri artıyor… Değeri belirleyen unsurların başında faiz oranı geliyor elbette ama bunun yanında Euro, Japon Yeni, İsviçre Frangı gibi diğer uluslararası para birimlerinin değeri, faiz oranları ve hepsinden önemlisi piyasa oyuncularının o an ellerinde hangi yatırım aracının bulunduğu da etkili. Dolayısıyla bu karşılıklı ilişki ve etkilenme içinde belirleniyor doların ve diğer para birimlerinin değeri…
Fakat piyasa açısından çok temel bir kural vardır: Beklenti satın alınır, gerçekleşme satılır. Biraz anlamsız bir laf öbeği gibi görünüyor değil mi? Değil aslında, çok mantıklı. Şöyle açıklayalım:
Son 1 yıldır Fed piyasayı hep tetikte tuttu dedik ya, bunun şöyle bir etkisi oldu. “Fed nasıl olsa eninde sonunda faiz artıracak” diye düşünen piyasa oyuncuları önce yavaş yavaş, yaz aylarından itibaren de daha agresif bir biçimde ellerindeki diğer ülke hisse senedi, bonosu ya da para birimini satarak dolar ve dolara endeksli ürünlerden almaya başlamıştı. Bu eğilim neredeyse tüm para birimlerine değer kaybı olarak yansıdı. Mesela Türk Lirası kendi problemlerimizin yanı sıra Fed etkisi ile son bir yılda yüzde 25 değer kaybetti. Türkiye ile benzer durumlarda olan ülkelerin para birimlerinde de üç aşağı beş yukarı aynı durum izlendi. Buraya kadar olan kısım yukarıdaki cümlenin beklenti kısmıydı.
Gelelim gerçekleşme kısmına:
Son 1 yıldır ellerinde ne var ne yok satıp dolar alan ve bu arada doların diğer para birimleri karşısından yükselişini bekleyen piyasa oyuncuları faiz artırımının hemen ardından ellerindeki dolarları satarak kağıt üzerindeki karlarını ceplerine koymak isteyecek. Bu durumda da beklenti sayesinde yoğun alım talebiyle karşılaşan dolarda satışlar başlayacak ve bu da ilk etapta dolar fiyatını aşağıya çekecek.
PEKİ BU DÜŞÜŞ TL’Yİ NEREYE KADAR ÇEKEBİLİR?
Görüşlerine başvurduğum uzmanlar ilk etapta TL’de yüzde 10 civarında bir artış bekliyor. Bu da kurun 2.85 seviyesine kadar hızla inmesi anlamına geliyor. Ama bizi asıl ilgilendiren bundan sonrası.
Çünkü eğer Türkiye’nin mevcut durumunda bir değişiklik olmazsa dolar kuru yine aynı hızla eski seviyelerine çıkabilir. Buna mukabil eğer Türkiye kendisine bir “hikaye yazmayı” başarırsa o zaman kurun önce 2.80 seviyesine, orta-uzun vadede de 2.70-2.80 aralığına inmesini bekleyebiliriz.
Mevcut durumumuzun ne olduğu ortada sanırım. Rusya ile yaşanan kriz, Suriye’deki savaş, Irak’la yaşanan anlaşmazlık, İran’la aramızdaki kısmen örtük gerginlik bu durumun jeopolitik ayağını oluşturuyor. İşsizlik, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, cari açık, büyüme meseleleri ekonomik ayağını, Güneydoğu’daki çatışmalar, başkanlık tartışmaları vb. ise siyasi ayağını oluşturuyor…
PEKİ YA HİKAYE YAZMAK NE DEMEK?
Son dönemde gelen makro rakamlar genelde beklenenden iyi geliyor. Elbette bu iyi rakamlar yapısal problemler çözüldüğü için değil daha çok dönemsel gelişmelerden kaynaklanıyor. Mesela cari açık son aylarda düşüyor ama bu düşüşün temel sebebi tasarrufların artması değil, iç talep eksikliği ve petrol fiyatının düşmesi. Ya da dün açıklanan büyüme rakamı; gelen rakam analistlerin beklediğinin üzerinde yüzde 4’lük bir büyümeyi gösteriyor ama bu büyüme sanayi sektöründen değil tarım sektöründen kaynaklanıyor. Ayrıca stok malların muhasebeleştirilmesi ile ilgili bir nüans da rakamın yüksek gelme sebepleri arasında. Dolayısıyla kaliteli bir iyileşme değil gördüğümüz ama yine de iyileşme…
Bunların yanında eğer ekonomik reform programı ile beklenen reformların gerçekleştirileceği vurgulanır ve makro ekonomik rakamlardaki konjonktürel iyileşmeyi kalıcı hale getirecek adımlar atılırsa, merkez bankasının faiz enstrümanını elini tutacak kimse olmadan kullanabileceği bir ortama ulaşılırsa hikayemiz biraz daha güçlenecek. Dolayısıyla da eğer faiz artırımı gelirse, FED kararı sonrası, değer kazanacak TL’de bu değer kazancı kalıcı olur. Aksi takdirde Dolar, düştüğünden daha hızlı yükselecektir.”