İSİG Meclisi'nin işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili hazırladığı taahhütnameyi imzalayan ilk isim HDP'nin Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş oldu. İSİG Meclisi, diğer Cumhurbaşkanı adaylarını da taahhütnameyi imzalamaya davet etti.
HDP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin işçi haklarıyla ilgili hazırladığı taahhütnameyi imzaladı. İSİG Meclisi, diğer adaylara da imza çağrısı yaptı.
İSİG Meclisi, 12 talepten oluşan taahhütnameyi tüm Cumhurbaşkanı adaylarına göndermişti. Taahhütnamede, sendikal örgütlenme üzerindeki baskıların kaldırılması, grev yasaklarına son verilmesi, çalışma koşullarının düzeltilmesi, iş cinayetlerinin sorumlularının cezalandırılması gibi talepler yer alıyordu.
İSİG Meclisi’nin Twitter hesabından yapılan açıklamada, HDP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş’ın taahhütnameyi imzaladığı belirtildi. Demirtaş’a teşekkür edilen paylaşımda, diğer Cumhurbaşkanı adaylarına da imza çağrısı yapıldı.
İSİG Meclisi’nin hazırladığı ve 12 maddeden oluşan taahhütname şöyle:
“İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi; 2011 yılından bugüne farklı sektörlerden, işkollarından, mesleklerden işçilerin (sanayi/hizmet/tarım, metal işçisi, mevsimlik tarım işçisi, banka işçisi, sağlık işçisi, doktor, mühendis, akademisyen, iş güvenliği uzmanı vb.) ve işçi ailelerinin hayat verdiği bir ağ örgütlenmesidir. Devletten, sermayeden ve siyasi partilerden bağımsızdır. Sağlıklı ve güvenli bir yaşam, çalışma koşulları için mücadele eder.
İSİG Meclisi; bütün iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenebilir olduğunun bilinciyle, yaşanan işçi ölümlerini ‘iş kazası’ değil ‘iş cinayeti’ olarak tanımlar. Bu noktada işçilerin sağlığının her türlü ekonomik çıkardan, büyümeden önce geldiğini savunur. İşçi sınıfı ve toplumda aylık olarak hazırladığı ‘iş cinayetleri raporu’ başta olmak üzere panel, işçi direnişlerine destek ve hazırladığı diğer raporlarla tanınan bir kurumdur. Yine birçok sendika ve meslek örgütlenmesi tarafından desteklenmektedir.
24 Haziran 2018 seçimleri işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi açısından da kritik bir öneme sahiptir. Bu noktada aşağıda mücadelemizin temel taleplerini paylaşıyoruz:
1- OHAL koşullarının devam etmesi için somut bir gerekçe yoktur. Aksine OHAL/KHK uygulaması işçi haklarına karşıt bir durumdur. Son iki yıl içinde işçi sağlığı alanına da bu durum yansımış ve işçi ölümleri yüzde 10 artış göstermiştir. OHAL kaldırılmalıdır…
2- Ölen işçilerin yüzde 98’i sendika üyesi değildir. Yani sendikasız çalışmak ölüm demektir. İş cinayetlerinin önlenmesi, sağlıklı ve güvenli çalışmanın ön koşulu işçi katılımıdır. İşçiler ancak sendikalaşarak bunu sağlayabilir. Ülkemizde sendikaya üye olan işçiler işten atılıyor, sermaye işyerlerinde sendika istemiyor ya da istediği sendikayı getiriyor. Devlet daha ileri giderek sendikaların yapacağı basın açıklamalarını, toplantıları ve grevleri yani toplu pazarlık hakkını yasaklıyor. Bu noktada işyeri İSİG kurulları, çalışan temsilciliği ve genel olarak sendikal örgütlenme üzerindeki baskılar sona erdirilmelidir. Grev yasaklarına son verilmelidir…
3- İşyerlerinde işçilere keyfi bir biçimde iş tanımı dışında işler yaptırılıyor. Çalışma saatleri günde 10-12 saate ulaşıyor. Mesai ücretleri, izin hakları vb. verilmiyor. Özellikle taşeron işçiler bu koşullarda çalışırken şimdi taşerona rahmet okutacak kiralık işçilik gibi kölelik uygulamaları getiriliyor. Özelde veya kamuda tüm taşeronlaştırma ve kiralık işçilik uygulamalarına son verilmelidir…
4- İş cinayetlerinin sorumlusu işverenler, bürokratlar ve siyasiler yargılanmıyor. Yargılananlar ise çoğunlukla günah keçisi haline getirilen iş güvenliği uzmanlarıdır. Yine mahkemeler iş cinayetlerini cezalandırmıyor, failleri ’24 taksitli para cezası vererek serbest bırakıyor’. İş cinayetlerinin sorumlusu işverenler, bürokratlar ve siyasiler yargılanmalıdır…
İSİG Meclisi, 6 Haziran’da tüm adaylara taahhütname göndermişti.
5- ILO ve WHO verilerine göre 1 ‘iş kazası sonucu ölüm’ karşılığında yaklaşık 6 ‘meslek hastalığı sonucu ölüm’ olmaktadır. Ancak SGK verilerine göre her yıl ortalama 500 civarı işçi meslek hastalığına yakalanmakta ve neredeyse hiçbir işçi de ölmemektedir. Meslek hastalıklarının gizlenmesinden vazgeçilmeli ve bu noktada sağlık örgütlerimizin yürütücülüğünde tespit eden/önleyen bir yaklaşım hayata geçirilmelidir…
6- Çalışma yaşamının denetiminde görev yapan iş müfettişlerinin siyasi iktidara olan bağımlılığının önüne geçilerek, ‘İş Teftiş Kurulu’nun yönetiminde emek örgütlerinin ağırlığı olacak şekilde sosyal taraflardan oluşan bağımsız bir üst kurul haline gelmesi sağlanmalıdır…
7- Emeğin korunmasının temellerinden ikisini iş güvencesi ve insanca yaşayacak bir ücret oluşturur. Asgari ücret yükseltilmeli, işten atmalara son verilmeli ve işsizlik önlenmelidir…
8- İşçilerin sağlıklı yaşamak ve can güvenliklerini sağlamak için ulaşım, barınma ve beslenme hakları vazgeçilmezdir. İşçi servisleri uygun araçlardan oluşmalı, işçilere kalacak lojman sağlanmalı ve gıda zehirlenmelerini önlenmelidir. Yine toplu taşıma, konut ve gıda fiyatları konusunda adımlar atılmalıdır…
9- Her yıl 60-70 çocuk çalışırken yaşamını yitirmektedir. 2018 yılı ‘çocuk işçilikle mücadele yılı’ ilan edilmesine rağmen şu ana kadar 27 çocuk işçi can vermiştir. Bu noktada özellikle sanayinin ucuz emek gücü ihtiyacını karşılayan 4+4+4 eğitim sistemine son verilmeli ve çocuk işçilik yasaklanmalıdır…
10- Ülkemizde küçük yaşlarda çalışma hayatı başlamakta ve neredeyse ömür boyu sürmektedir. Emekçilerin belli bir çalışma yılından sonra emekli olma hakları vardır ve bu da çalıştıkları mesleğe ve cinsiyetlerine göre belirlenmelidir. Emekliliğin yaşa takılmasına ve kademeli olarak 65 yaş olarak belirlenmesine yani mezarda emekliliğe son verilmelidir…
11- Kadın emeği; tarımda, sanayide, hizmet sektöründe ve evde görünmez hale getirildi. Oysa her yıl 120-130 kadın çalışırken yaşamını yitiriyor. Kadını temel alan bir işçi sağlığı anlayışı tanımlanmalıdır…
12- Ülkemizde milyonlarca mülteci/göçmen işçi bulunmaktadır. Temel düzenlemelerden mahrum bırakılan mülteci/göçmen işçilerin çalışma, sağlık, barınma, ücret vb. güvenceleri sağlanmalıdır. Türkiyeli işçilerle mülteci/göçmen işçileri karşı karşıya getiren ücret ve çalışma politikalarından vazgeçilmelidir. Yine bu noktada bölge ülkelerini savaşın içine sürükleyen politikalardan uzak durulmalıdır…” (DUVAR)