Selahattin Demirtaş, erken seçim tartışmalarıyla ilgili örgütlenme çağrısında bulunarak, “Herkes kendini şimdiden seçim görevlisi ilan etmeli” dedi.
Selahattin Demirtaş, tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Cezaevi’nde Yeni Yaşam’dan Nezahat Doğan’ın sorularını yanıtladı. Olası bir erken seçimin önemine dikkat çeken Demirtaş, herkesi örgütlenmeye davet ederek “İster partilerde ister meslek odalarında ister sendikalarda ister sivil hareketlerde mutlaka örgütlü bir yapıyla çalışmalı ve disiplinli bir mücadele yürütmelidir” dedi.
Demirtaş çözüm süreci ile ilgili bir soruya ise, “Çözüm süreci AKP ile HDP arasında bir siyasi ittifak süreci değildi, birlikte çözüm üretmek için işbirliği yapma ilişkisiydi. Ancak Erdoğan bizden koşulsuz biat bekledi. Biz de buna boyun eğmedik. Mesele budur” diye cevap verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli hedefindesiniz. Sizi bu kadar hedef alması kişisel bir tutum mu yoksa politik bir tutum mu? En son sizin için ‘miting bile yapamaz’ demişti. Ama sizin yanıtınız da netti. İktidarı temsil eden birinin sizi bu kadar gündemde tutmasını neye bağlıyorsunuz?
Erdoğan’ın bana karşı tutumu tümüyle kişisel değil. İşin içinde biraz kişiselleştirme olsa da asıl derdi politik duruşumuz, çizgimiz ve mücadelemizdir. İki kez cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ın karşısına çıktım ama bir kişi olarak değil, HDP çizgisinin temsilcisi olarak. Dolayısıyla Erdoğan’ın asıl derdi ben değilim, bütün olarak HDP’dir.
Radikal demokrasi anlayışı ve çok kültürlü yapısıyla, boyun eğmeyen duruşuyla HDP çizgisi, otoriter tek adam rejiminin anti tezi ve panzehiridir. Bütün milliyetçi, ırkçı, dinci siyasi akımların el birliğiyle HDP’ye saldırmalarının nedeni de budur. Ben de HDP’deki sembol isimlerden biri olduğum için özellikle benim üzerimden bir karşıtlık, düşmanlaştırma politikası izleyerek hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar diye düşünüyorum.
Zor şartlarda kısıtlı imkanlarla gündemi takip ediyorsunuz. Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor. Son yılların en kırılgan ekonomisinin bu noktaya gelmesinin temel sebepleri sizce nelerdir? Bu kriz aşılır mı? Nasıl aşılır? Hem politika hem ekonomi hem de kültürel ve toplumsal olarak yaşanan sorunların temel sebebi nedir?
Türkiye küresel kapitalizme entegre olmuş, neo liberal ekonomik düzenle yönetilen bir ülke. Kapitalizmin kendisi zaten sömürü üzerine inşa edilen bir sistemdir ve varlığını kesintisiz krizlerle sürdürür. Ancak neoliberalizmin de kendine özgü, iç tutarlılığı olan kuralları vardır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde piyasa ekonomisinin işleyebilmesi asgari liberal özgürlüklere, asgari demokrasiye ve asgari insan haklarına bağlıdır. Kısmi özgürlükler olmasa üretim ve tüketim ilişkileri sekteye uğrar. Asgari seviyede de olsa hukuk olmasa piyasalarda güvensizlik, tedirginlik oluşur. Devletin karar alma mekanizmaları tek kişide toplanır ve denetim ortadan kalkarsa neoliberal sistem tıkanır, işlemez.
Tek adam rejimi Türkiye gibi bir ülkeye asla uyum sağlayamaz, nitekim sağlamadı da. Küresel düzeyde yaşanan ve pandemiyle birlikte derinleşen ekonomik krizin etkileri ulusal düzeydeki krizle birleşince tam bir çöküş yaşandı. Bunun böyle olacağını yıllardır anlatmaya çalışıyoruz. Bu gidişatı ancak seçim ve bir iktidar değişikliği durdurabilir.
Nasıl bir çıkış mümkün peki?
Asıl çıkış sol politikalara ve sosyal devlete geçişle mümkündür. Ancak bunun koşulları henüz oluşturulabilmiş değil. Önce demokrasinin gelişmesini sağlamak dışında bir seçenek görünmüyor henüz. Tek adam rejimine karşı demokrasiyi kurmaya çalışmalı, demokratik sol mücadeleyi büyüterek emekçiden, kadından, doğadan, farklı kimliklere, özgürlükten yana bir mücadeleyi büyütmenin yollarını aramalıyız. Bana göre başka çıkış yolu yok.
Özgür ve demokratik bir Türkiye’nin inşasında Kürtler nerede, HDP nerede duruyor?
Kürtler de HDP de Cumhuriyet’in yeni yüzyılında Türkiye’nin inşasında rol almak istiyorlar. 1923 sonrasında bu, çeşitli nedenlerle mümkün olmadı ve bunun Türkiye’ye faturası çok ağır oldu. Şimdi bir kez daha aynı hatalar yapılmasın diye uğraşıyoruz. Hem iç barışı sağlamak hem devleti birlikte yeniden inşa etmek hem de büyük bir demokrasiyi hep birlikte kurmak zorundayız. Bunların hiçbiri Kürtler dışlanarak, yok sayılarak yapılamaz. Sadece Kürtleri değil, hiçbir toplumsal kesimi dışlamadan güçlü bir işbirliği zemini yaratmak gerekiyor. HDP de son tutum belgesiyle, bu rolünü oynamaya hazır olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Şimdi diğer kesimlerin, uzatılan bu eli sıkı sıkıya tutması için çaba sarf ediliyor. Belli mesafeler de katedildi ama yapılacak daha çok iş var. HDP de kendi politikalarını daha görünür, daha kapsayıcı, daha kucaklayıcı hale getirdikçe bu birliktelik giderek güçlenecektir.
Kürt siyasi hareketinin tüm bileşenleri bu konuda HDP’nin önünü açacak barışçıl politikaları, zaman geçirmeden hayata geçirmeyi somut bir planlama olarak önüne koymalı ve HDP’ye yardımcı olmalı, güç ve destek vermelidir. Çünkü siyasi alanda çok büyük demokratik kazanım olanakları önümüzde duruyor. Tüm güçlerin bu süreci iyi okumasını ve cesaretle büyük barış hamleleri yapmasını yürekten diliyor, umuyorum.
Erdoğan açık açık ‘Kimse erken seçim beklemesin’ dedi. Bu koşullarda erken seçim mümkün mü? AKP mevcut durumda seçime gider mi?
Erdoğan son güne kadar iktidarda kalmaya çalışacaktır. Ancak ekonomik kriz, uluslararası ilişkilerdeki kriz, Cumhur İttifakı içindeki kriz gibi nedenlerle erken ya da baskın bir seçime de gidebilir. Doğrusu, bunu kestirmek pek kolay değil ama seçime her an hazır halde olmak gerekir.
Erken seçim için toplumun her kesimine mesajınız nedir?
Herkes ama herkes, kendisini şimdiden seçim görevlisi ilan ederek bulunduğu her yerde kararsızları etkilemeye çalışmalı, sandık eğitimi almalı, seçim kampanyaları başlar başlamaz da aktif kampanyalarda örgütlü bir şekilde görev almalı. Seçim ancak örgütlü toplumla demokratik kazanıma dönüştürülebilir. Herkes sivil, siyasi bir örgütlenmenin parçası olursa kesin sonuç almak daha kolay olur. Bu bakış açısıyla, herkesi örgütlenmeye davet ediyorum. İster partilerde ister meslek odalarında ister sendikalarda ister sivil hareketlerde mutlaka örgütlü bir yapıyla çalışmalı ve disiplinli bir mücadele yürütmelidir. Öyle, sadece tivit atarak olmaz bu iş. Sosyal medyayı amaç doğrultusunda etkili kullanmak önemlidir ama yeterli değildir. Meydanlarda, alanlarda, sahada olmak gerekir.
Her açıklamanızda umuttan bahsediyorsunuz. Dışarıda bu kadar karamsarlık hakimken yıllardır cezaevinde olmanıza rağmen nasıl bu kadar umutlusunuz? Cesaret kadar umut da bulaşıcı olabilir mi? Ya da olacaksa nasıl olmalı? Yeni bir yılda umut mesajınız nedir?
Umut ancak eylem ile buluşursa anlamlı olur, ötesi kendini avutmaktır. Ben hem uğraşıyor, didiniyor ve bir şeyler üretmeye çalışıyorum hem de bu eylemime dayanarak umudu, cesareti büyütmeye çabalıyorum. Yeni yılın herkese özgürlük, adalet, demokrasi ve barış getirmesini diliyor, bunu sağlamak için mücadeleyi büyütme sözü veriyorum.
Cezaevlerindeki hasta tutukluların durumu sürekli basına yansıyor. Ancak cezaevlerinden tabutlar çıkmasına rağmen iktidar neden sessiz kalıyor? En son siz de Garibe Gezer’in ölümüyle ilgili yazı kaleme almıştınız. Gezer’in ölümü neden bu kadar yakıcı oldu sizin için? Bir de Aysel Tuğluk’un durumu var. Tuğluk neden serbest bırakılmıyor? Yüzleşme ve helalleşme önce bununla mı başlamalı? Hasta tutukluların durumu muhalefetin tutumu için de sizce bir sınav mı?
Elbette cezaevlerine yaklaşım herkes için bir turnusol kağıdıdır. Muhalefetin tümünün bu konuda duyarlı olmasını bekleriz, isteriz. Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, zulümler geçmişten bu yana dikkatle ve içtenlikle takip ettiğim bir durum. Tüm acılar beni zorluyor, üzülüyorum ama cezaevlerinde yaşananlarla ilgili, duygusal olarak da çok hassasım. Garibe Gezer arkadaşımızla tanışmıyorduk, tanışmış olmamız da gerekmiyordu ama hikayesi, trajedisi beni çok etkiledi. Bir de ölümünden bir süre önce bir mektup ve kızlarım için bir el işi hediyesi göndermişti bana. Ölümünü duyunca çok üzüldüm. Halkımızın kaderi bu olmamalı, bizler siyasetçiler olarak çözüme daha fazla odaklanmalı ve bu tür trajedilere artık izin vermemeliyiz. Bu konuda kendimi de sorumlu tutuyorum.
Aysel Tuğluk arkadaşımız da bir trajedi yaşıyor, kendisine adeta düşman hukuku uygulanıyor. Durumu acil olan arkadaşlarımız için tek tek özel kampanyalar yapılmalı fakat esas, köklü ve kalıcı bir çözüm için, demokratik bir iktidar seçeneğine daha fazla yoğunlaşmak dışında bir seçenek göremiyorum.
Bir çözüm süreci vardı ve aktörlerden biri de sizdiniz. Bugün gelinen noktada ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘HDP siyasi teröristtir’ dedi. Yedi yıl içinde yükselişten, bu kadar zıt bir yoruma getiren sürecin özeti nedir?
Erdoğan HDP’yi kendi kuyruğuna takmaya çalışıyordu, bunu başaramayınca süreci bitirdi. İşin özeti budur. Çözüm sürecinin olduğu bir buçuk yıl boyunca tek bir somut adım atılmadığı, insaniyet namına tek bir hasta tutsağın bile bırakılmadığı unutuluyor. Biz, çözüm sürecindeki misyonumuzu barış için dürüstçe ve samimiyetle sürdürdük ancak kimsenin bize, halkımıza maraba muamelesi yapmasına da izin vermedik. Çözüm süreci AKP ile HDP arasında bir siyasi ittifak süreci değildi, birlikte çözüm üretmek için işbirliği yapma ilişkisiydi. Ancak Erdoğan bizden koşulsuz biat bekledi. Biz de buna boyun eğmedik. Mesele budur.
Bizim için çözüm süreci demokrasinin gelişmesi ve barışın sağlanması iken Erdoğan’ın ajandası başkaydı; başkanlık hayallerine Kürtleri ve HDP’yi payanda yapmaya çalışıyordu. Buna onay vermediğimiz için de “benim bu işten kazancım yok ki” diyerek süreci bitirdi ve o günden sonra MHP ile ortaklık kurarak ajandasını hayata geçirmeye başladı.
En klasik sorumla bitirelim: Selahattin Demirtaş’ın derdi ne?
Yeni ve sonuç alıcı bir siyaset tarzı yaratmak. Ardımızdan gelen gençlere, en azından bunu miras bırakabilmek benim için en önemli şey. Bunu yaparken zaman zaman içeriden ve dışardan şimşekleri üzerime çektiğimin farkındayım ama bunu zaten göze alıyorum. Kendi tarzımı oturtmak ve kalıcı hale getirmekte ısrarcıyım, bundan vazgeçmeye de niyetim yok.
Bir siyasetçi her şeyi bilmek zorunda değil ama hem çok yönlü ve yaratıcı olmalı hem kültürlü hem cesur hem de zarafetle donanımlı olmalı. Ben halen bu yönlü arayışımı sürdürüyorum. Oldum, piştim demiyorum ama siyasette geçen 30 yılımda belli bir mesafe kat ettiğimi de düşünüyorum. 1991 yılında İzmir’de HADEP gençliğinde başladığım siyasi yürüyüşüm birçok mecradan ve maceradan sonra şimdilik cezaevinde devam ediyor. Bir yere varmaya çalışmıyorum, yolun kendisi güzel zaten. Benim derdim yol.
Bir türküyle bitirelim, benim için de dinleyin lütfen: “Bir derdim var, bir dermana değişmem.”
Hepinize içten, sıcak, yürek dolusu selamlar, tüm özgür basın emekçilerine selamlarımla.
Sevgiler.
“Muhabbed bağında bir gül açıldı
Bir derdim var bin dermana değişmem
Nicelerin ömrü gitmiş yas ile
Bir derdim var bin dermana değişmem.”