12 Eylül'den sonra işkencede öldürülmüş tek kadın olan Cennet Değirmenci'nin dava dosyası 34 yıl sonra gün ışığına çıktı.
12 Eylül’den sonra Kahramanmaraş’ta Ali Ekber Yürek, Mehmet Ceren, Fehim Özarslan ve Cennet Değirmenci’nin işkencede öldürülmesine ve çok sayıda yurttaşın işkence görmesine ilişkin 2010 yılında soruşturma başlatıldı. Afşin’de başlayıp Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı’nda sürdürülen soruşturmada geçen yıl takipsizlik kararı verildi. İtirazları reddedilen Yürek ve Ceren aileleri, avukat Hüseyin Aygün aracılığıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvuru için harekete geçince soruşturma dosyasının bir örneği kendilerine ulaştı. Dosyanın açılmasıyla bugüne dek hasıraltı edilmiş bir işkence ve işkencecinin öyküsü gün yüzüne çıktı.
1986’DA İŞKENCEYİ İTİRAF ETTİ
Karhamanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı’ndaki 12 Eylül dosyanın “tanıkları” arasında dönemin “itirafçı” polis Sedat Caner de yer alıyordu. Darbeden sonra Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü’nde görev yapan Caner, polislikten ihraç edildikten sonra, 1986’da Nokta dergisinde yayınlanmıştı. Caner, dergiye verdiği söyleşide, Kahramanmaraş’ta sol görüşlü yurttaşlara işkence yaptıklarını itiraf etmişti.
2010 yılında dosyayı tekrar açan savcılık, 2012’de İçişleri Bakanlığı’na başvurarak, Caner’in 1980-1983 arasında adli ve idari soruşturma evraklarını istedi. Emniyet savcılığa 96 sayfa evrak gönderdi. İşte, Cennet Değirmenci’nin işkencede öldürülmesine ilişkin tutanaklar bu 96 sayfanın içerisinden çıktı. Çünkü, Değirmenci’yi işkencede öldüren üç polisten biri, itirafçı polis Caner’di.
ON SAAT İÇİNDE ÖLDÜ
Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 7 Kasım 1983 tarihindeki raporuna göre Kahmarammaraş Emniyeti’nde görevli Başkomiser Hüseyin Gülersönmez, Komiser Muavini Mustafa Yazıcı ve polis Caner; aranan sol görüşlü Perihan Diskaya’yı bulmak üzere 21 Mayıs’ı 22 Mayıs 1982’ye bağlayan gece Gaziantep’e gitti. Diskaya, ihbara göre, Düztepe Mahallesi’nde Köse Güler ve Cennet Değirmenci’nin birlikte yaşadığı evde saklanmaktaydı. Polisler baskın düzenlendiğinde evde Değirmenci ile komşuları Zeynep Bekpınar ve Gülizar Peköz sohbet etmekteydi. Aradıkları şüpheliyi ve Köse Güler’i bulamayan polis; Bekpınar ve Peköz’ü bir odaya, Değirmenci’yi diğer odaya koydu. Peköz’e bu sırada “Cennet hem ağlıyor, hem de bağırıyordu.” Bekpınar da “Ben çıkarken Cennet’in bağırmakta olduğunu duydum” diyordu.
Üç polis, ifadelerinde, “Değirmenci’nin direndiğini, Caner tarafından kollarından tutup evden dışarıya çıkarılırken kapının önündeki beton çıkıntıya ayağının takılmasıyla sırt üstü düştüğünü, bir şeyi olup olmadığını sorduklarında, ‘Midemden rahatsız olduğum için tedavi olmuştum’ dediğini, basit bir kuvvet tatbikiyle otoya bindirdiklerini” iddia etti. Polise göre yolda Değirmenci’nin midesi bulanmış ve genç kadın fenalaşmıştı. Hastaneye götürülmesinden sonra hayatını kaybetmişti.
Fakat bu ifadeyi çürüten bir tanık vardı: Değirmenci ile aynı araca konan İmam Pehlivan, kadınla ilkin karakola götürüldüklerini belirtiyor ve mide rahatsızlığından söz etmiyordu. Otopsi raporuna göre “1.55-1.60 boylarında ve 55 kilogram ağırlığındaki” kadının her iki kolu, uylukları ve bacaklarında morluklar ve beyin kanaması tespit edildi. Adli Tıp Kurumu’nun 27 Nisan 1983 tarihli raporunda, Değirmenci’nin gözaltına alındıktan on saat sonra öldüğü belirtilerek, “işkenceye maruz kaldığı, beyin kanamasının basit düşmeyle varit görülemeyeceği, bu darbenin daha ziyade künt bir darbenin başa direkt havalesi ya da şiddetle itilerek düşürülüp başının sert bir cisme çarpması veya hızlı giden arabadan atılması sırasında başın sert cisme çarpması gibi” bir şiddetten kaynaklandığı kaydedildi.
Üç polis hakkında Adana 1 No’lu askeri Mahkemesi’nde dava açıldı. 1984’te biten dava sonunda polislere ‘işkence sonucu ölüme sebebiyet verme’ suçundan dörder yıl beşer ay onar gün hapis cezası verildi. Caner ve iki polis, cezadan ötürü İçişleri Bakanlığı’nın 5 Şubat 1985 tarihli kararıyla meslekten atıldı.
Caner, atıldıktan sonra Nokta dergisine konuştu. Nokta’nın 2 Şubat 1986’daki nüshasında “Bir işkenceci polisin itirafları” başlıklı röportajda Caner, Değirmenci’nin Komiser Hüseyin Gülersönmez tarafından çıplak şekilde “Filistin askısı”na alındığını savunarak, şu iddiaları dile getirdi: “Gülersönmez, Değirmenci’yi sorgulayacağını, bizim de örgüt evine tekrar gidip hücre kurmamızı söyledi. Biz Mustafa Yazıcı ile geri döndük. Biz oradan çıkarken Değirmenci’yi soymuş, Filistin askısına alıyordu… Sabaha karşı üç buçukta tekrar sorgulama yerine geldik. Sorgulama grubunda görevli arkadaş, ‘Yukarıya çıkıp bir bakın, siz gittiğinizden beri bu adam kızı vıyaklattırıp duruyor, gebertecek onu’ dedi. Yukarıya çıktığımızda odayı içeriden kilitlemişti. Açtı, girdik. Bir de baktık içeride Değirmenci’ye suni teneffüs yaptırıyor. ‘Ne oldu buna’ diye sorduğumuzda Mustafa Yazıcı ile ikisi kollarına girdiler. Ben de arabanın yanına indim. Getirdiler kızı arka koltuğa oturttular… Narlı’ya geldiğimiz sırada kızın arka koltukta hiç kımıldamaması dikkatimi çekmişti. O sırada şahsı inceledik. Değirmenci ölmüştü.”
DEV-YOL’CU DİYE DE İHRAÇ EDİLMİŞ
Bu dava sürürken, 1983’te Kahramanmaraş’ta Devrimci Yol’a yönelik operasyonda gözaltına alınan bir kişi, Caner’in örgüte yardımcı olanlar içinde olduğunu iddia etti. İfadesi alınan Caner, Kahramanmaraş’ta Alevilerin ve sol görüşlülerin bulunduğu Yörük Selim Mahallesi’nde oturduğu gerekçesiyle bu şekilde suçlandığını, iddianın asılsız olduğunu ve polislikten önce Adalet Partisi üyesi olduğunu anlattı. Buna rağmen 5 Nisan 1983’te “sakıncalı personel” kapsamına alındı. 4. Kolordu Komutanı Korgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun 16 kasım 1983’te İçişleri Bakanlığı’na yazdığı, “Gerek iş yerinde gerekse muhitinde ideolojik faaliyetlerde bulunduğu” yazı üzerine Caner’in 25 Kasım 1983’te kurumdan atıldığı anlaşıldı.
İSMAİL SAYMAZ / RADİKAL