Tepkilerin artmasnın ardından serbet bırakulan Ahmet Türk barış çağrısını yineledi: Biz yine barışa inanarak, diyaloğu oluşturarak bu süreci atlatabiliriz.
Mardin Belediye Eş Başkanı iken yerine kayyım atanan ve ardından tutuklanan Ahmet Türk, çözüm sürecini ve referandumu değerlendirdi. Türkiye siyasi hayatının önemli isimlerinden birisi olan Türk’ün tutuklanması bir çok kesimden tepkiler gelmişti.
2 hafta önce tahliye edilen Türk, Habertürk yazarı Kübra Par’a konuştu;
BARIŞIN ZAMANI OLMAZ: Bugün şiddet sarmalının egemen olduğu bir ortamı yaşadığımız doğru. Böyle bir ortamda bile birçok şeyin yapılabileceğine inanıyorum. Barışta hiçbir zaman geç kalınmaz. Başbakan Yardımcısı çıktı; ‘Ahmet Türk’ün söyledikleri çok geç kaldı’ dedi. Barış için geç kalınır mı? Barışı istemenin zamanı olmaz. Bütün olumsuzluklara rağmen, şiddet sarmalının beynimize, ruhumuza hâkim olduğu bir süreçte, biz yine barışa inanarak, diyaloğu oluşturarak bu süreci atlatabiliriz.
‘7 HAZİRAN SONRASINDA EYLEME GEÇMEK BENCE HATAYDI: 7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı’nın süreci bitirdiği biliniyor. Ama bana kalsaydı buna dair ipuçları tamamen ortaya çıkıncaya kadar sabırla beklerdim. 7 Haziran sonrasında hemen bir eylem dönemine geçilmesi, bence Kürtler açısından bir hataydı. Çok açık konuşayım, ben böyle değerlendiriyorum. Diplomasi eksik yürütüldü. Ben olsam “Biz hâlâ eski yerimizde duruyoruz. Barış için sonuna kadar direneceğiz, inat edeceğiz, süreci bozmayız” gibi mesajlarla çıkardım ortaya. Ama tabii bu ne benim kontrolümde ne de gücümün alabildiği bir şey. Bu tamamen örgütün ortaya koyduğu bir karardır. Bu kararı siyasilerin değiştirme şansı yok. Dünyaya baktığımız zaman birçok ülkede bu gibi hareketlerde önce parti kurulmuş. Irak Kürdistanı’nda da önce KDP kurulmuş sonra peşmerge güçleri oluşturulmuş. Ama Türkiye’deki Kürt hareketinin demokratik siyaset zemini yokken, silahlı mücadele ortaya çıkmış. Bu nedenle silahlı mücadele her zaman süreçler üzerinde etkili olmuş. Siyasileri suçlamanın bir anlamı yok. Ne HDP Genel Başkanı’nın ne de sivil kurumların bu savaşı durdurmaya ya da kararlar almaya yönelik bir gücü, yetkisi ya da iradesi yok.
MESAJ İYİ OKUNMADI MI?: Biz 80 milletvekiliyle Meclis’teyiz, barıştan yanayız” diyerek eylemleri durdurması gerekmez miydi? Bu konuda siyasiler her zaman mesaj verdi. Artık sorunların demokratik zeminde çözülmesi gerektiğini söylediler. Ama bu mesajlar ne kadar yerini buldu? Belki bunu tartışabiliriz. Ben İmralı’ya gidip görüşme yaptığım dönemde Sayın Öcalan da “Artık sorunların demokratik zeminde çözümü ve diyaloğun oluşturulması konusunda bütün gücümüzle çaba göstereceğiz. Ben görüşmeler yapıyorum” diyordu. Newroz’da gönderdiği mektupta da demokratik yöntemlerle çözüm noktasında yeni bir dönemin mesajını vermişti. Bilmiyorum bu mesajlar çok iyi okunmadı mı? Belki bunun üzerinde tartışmak, düşünmek lazım.
SİLAH, BARIŞ İÇİN ARAÇ DEĞİLDİR: Silah, barış için bir araç değildir. Diyarbakır zindanındayken gece gündüz işkence görüyorduk. Havalandırma yürüyüşü yaptırdıkları zaman beton kan gölüne dönüyordu. O işkence yapanlara bakıp “Eğer ileride ben de bunlar gibi düşünürsem insan değilim” diyordum. Bu nedenle asla kin gütmedim. Zaten dağa çıkmayı hiçbir zaman düşünmedim. Sorunları ancak demokratik zeminde çözebileceğimize inanıyorum.
CİZRE’DE AMBULANSI SOKMAYAN KOMUTAN FETÖ’DEN ZİNDANDA: Evet, bunu açıkça ifade etmiştim. Ama bakıyorsunuz bir yerde hendekler kazılıyor. Diğer tarafta 200 metre ötede polisler oturmuş, bu hendeklerin kazılmasını seyrediyor. Bunu Nusaybin’de, Cizre’de gördük. Hiçbir müdahale olmuyordu. Burada farklı bir soru geliyor akla. Acaba barış sürecinin sona ermesi için birileri tuzak mı kurdu? Cizre’de ambulansları göndermek için İçişleri Bakanı samimi olarak çaba sarf etti. Buna rağmen o ambulansların o sokağa girmesine izin verilmedi. Bakıyoruz, o işin başında olan ordu komutanı FETÖ’den dolayı bugün zindanda.
YENİDEN ORTAK AKIL OLUŞTURMALIYIZ: Bugün bu sorunların ortaya çıkmasında, Kürtleri potansiyel bir tehlike olarak gören yanlış anlayışın payı var. Kürtleri kazanacak politikalar üretilseydi bugün Türkiye Ortadoğu’da en önemli aktör haline gelirdi. Suriye’de Kürtler hedef alınmış. El Nusra çeteleri Suriye’deki Kürtlerin toprağına saldırıyor, insanlarını katlediyor, affedersiniz namusuna göz dikiyor, ama siz Kürtlere sahip çıkmıyorsunuz. Türkiye büyüklüğünü orada gösterecekti. “Benim ülkemde yaşayan insanların akrabalarıdır” diyerek o insanlara sahip çıkacaktı. Ama ne oldu? Çıkıp “Kobani düştü düşecek” diye bir açıklama yaptılar. Bu yanlış politika, bin yıllık dostluğu zedeledi. Bugün iki tarafa da güvensizlik egemen oldu. Evet, Kürtlerin yanlış siyasetinden dolayı insanlar kırgın. Ama devlete de öfkeliler. Kürt hareketine kırgınlar çünkü bazı konularda halkın düşüncesini esas almadılar. Ancak devletin bugün yürüttüğü politika da öfkeyle karşılanıyor. Bu, suskun bir öfke. Belediyeler Kürtçe kreş açmış; onları kapatıyorsunuz. Kürtçe, Arapça, Süryanice levhaları söküp atıyorsunuz. Hani farklı dillere, kimliklere saygılı olunacaktı? Tekçi bir anlayış egemen olmaya başladı. Bu politikalardan sonuç almak mümkün değil. Bunları samimi olarak hükümeti uyarmak için söylüyorum. Yeniden ortak akıl oluşturalım, yeni bir sürecin kapısını aralayalım. Buna ihtiyacımız var.
BÖLGE HALKI REFERANDUMDA İRADESİNİ ORTAYA KOYACAKTIR: Çoğulcu ve katılımcı demokrasiden yana bir insanım. Yıllarca bunun mücadelesini verdim. Her şeyden önce halkın özgür iradesinin sandığa yansıması benim için önemlidir. Özgürce gidecek ve neye inanıyorsa o şekilde davranacak. “Evet” diyen vatansever, “Hayır” diyen vatan haini gibi bir politika yürütülmemeli. Ayrıca bu referandum, partilerin meselesi değil. AK Partili olup da bu referandumda “Hayır” diyecek insanlar olmalı. Veyahut benim partimden “Evet, ben bunu beğeniyorum” diyebilecek insanlar olmalı. Ayrıca tekçi bir anlayış Türkiye’ye yarar sağlamaz. Yıllardan beri CHP’yi eleştiren, tekçilikle suçlayanlar, şimdi tekçi bir anlayışa sahip çıkıyor. Buna halkı nasıl inandıracaksınız?
Söyleşinin devamını buradan okuyabilirsiniz