Sivas Numune Hastanesi’nde Yusuf Aslan’a bakan hemşire Gönül Yücel Hastaoğlu yaşadıklarını 49 yıl sonra anlattı: Hürriyet Gazetesi muhabiri gelmiş, fotoğraf çekecekmiş. Bana sen de gel dediler. Ben istemedim. Ertesi gün Hürriyet’in haberinin başlığı “Yusuf Aslan’ın annesi babası ile görüştürülmesi için hemşireler bütün dişiliklerini kullanarak görüşmeyi sağladılar” idi! Tıpkı günümüzdeki gibi bir medya vardı yani!
Gönül Yücel Hastaoğlu, henüz birkaç aylık hemşire olarak ilk atandığı Sivas Numune Hastanesi’nde, Şarkışla’da yaralı olarak yakalanıp getirilen Yusuf Aslan’a hemşirelik yaptı. 1972’de 6 Mayıs gecesi Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan ile birlikte idam edilen Yusuf Aslan’a bir hafta bakan Gönül Yücel Hastaoğlu 49 yıl sonra o günleri anlattı.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucularından Yusuf Aslan; Deniz Gezmiş ile birlikte Nurhak Dağları’ndaki arkadaşlarına katılmak için çıktıkları yolda Şarkışla’da girdikleri çatışmada yaralı olarak yakalanır. Gezmiş bu çatışmadan kurtulup kaçmayı başarsa da bir süre sonra o da Gemerek’de yakalanır.
Yusuf Aslan, mesanesinden vurulmuş ve çok kan kaybetmiş halde Sivas Numune Hastanesi’ne getirilirken, Deniz Gezmiş Kayseri’ye götürülür. Yusuf Aslan’ın Sivas Numune Hastanesi’nde getirildiği süreçte Gönül Yücel Hastaoğlu da henüz birkaç aylık genç bir hemşire olarak ilk tayininin yapıldığı bu hastanede çalışmaktadır. Görev yaptığı serviste bir hafta kalan Yusuf Aslan’a hemşirelik yapan Gönül Yücel Hastaoğlu o günlerde yaşadıklarını Evrensel gazetesinden Özer Akdemir’e şöyle anlattı:
Bize Yusuf Aslan’ın hastaneye getirildiği o ilk günü anlatır mısınız?
Yeni mezun olduğum aylardı. Sivas Numune Hastanesi’nde işe başlamıştım. 1971’in başlarında, kış aylarıydı. Sabahleyin hastaneye gelip servise indiğimizde gördük ki her taraf asker-polis kaynıyor. Ne olduğunu sorduğumda Yusuf Aslan’ın yakalandığını, yaralı olduğu için gece ameliyata alındığını, hastanemizde yattığını öğrendim. Hemen ameliyathaneye gittim. Ameliyattan çıkmış reanimasyon servisinde yani dinlenme odasında yatıyordu. Gözleri kapalı, sapsarı! Tabii çok kan kaybetmiş gece, mesaneden yara almış.
Konuşabildiniz mi kendisiyle?
Evet. “Geçmiş olsun” dedim. Gözlerini açtı, “Deniz yakalandı mı” dedi. İlk sözü bu oldu. Yakalanmıştı ama ben “yakalanmamış” dedim, üzülmesin diye. Bir süre sonra tekrar kapattı gözlerini, başka hiçbir şey sormadı. Onu sonra servise aldık, 2 kişilik bir odaya. Tesadüf benim hastam oldu. Tabii hastanenin bütün giriş çıkışları falan yasaklandı. Hasta ziyaretleri aksadı. Yani hastane felç oldu. Hiçbir işlem yapılmadı. Emniyetten polis ve askerlerden gece uykuları gelenler, boş hasta yataklarında uyumuşlar. O kadar çok sayıda vardılar ki…
‘AYNI İSA ÇARMIHA GERİLMİŞ GİBİ…’
Sağlık durumu nasıldı?
O kadar bitkin durumdaydı ki bırakın koşmayı kaçmayı yürüyebilecek halde bile değildi. Çok kan kaybetmişti. Bir de o psikolojide düşünün insanları, bütün hayalleriniz suya düşmüş, yapmak istediğiniz şeyler yarıda kalmış, arkadaşınızın yakalanıp yakalanmadığını bilmiyorsunuz, öyle bir durumda…
Tedavisi için odasına gittiğimde bir de baktım -o zaman bizim hastane yatakları demir karyolaydı- kollarından, bileklerinden iki yana kelepçelenmiş. Ayaklarından kelepçelenmiş bir de İsa gibi, çarmıha gerilmiş sanki. Bir de yarasının üzerinden çok kalın zincir geçirerek bağlamışlar. Gidip hemen bu durumu doktora anlattım. O da (Dr. Hilmi İlksöz) geldi hemen. Polislere, “Bunu yapamazsınız, benim sorumluluğumda şimdi” dedi. Kelepçeleri açtırdı. Ama tabii biz çıkınca hemen geri kelepçeyi takıyorlardı. Onun bizler tarafından kaçırılabileceği düşüncesi vardı emniyette.
‘BIRAKSANIZ KAÇABİLECEK HALİ YOKTU’
Hastanedeki ortam nasıldı?
Çok sıkı kontroller vardı. Hastanenin bütün işlemleri durdu diyebilirim. İnsanlar tepki gösterdi tabii. Oysa ki mümkün değil, bıraksanız bile kaçacak hali yok zaten. Hiç gereksiz yere bir sürü güya güvenlik önlemi aldılar! Ne yapılabilir ki? Kim kaçırabilir ki? Hiç kimse kaçıramaz. Sağlıklı biri olsa belki kaçırılabilir ama çok kötü durumdaydı gerçekten.
‘PORTAKAL YİYİŞİNİ UNUTAMIYORUM’
O dönemler zaten bu hareketlerin işte yeni başladığı dönemler, genç öğrenciler gelip gidip ilgilenmeye çalışıyorlardı ama onun odasına da hiç kimseyi almıyorlardı.
Ertesi gün oldu yemekte bir portakal vermişler. Baş ucunda duruyor. Polisler hiçbir şey vermemiş. Ne su, ne yemek. Elleri kolları kelepçeli zaten. “Portakal yer misin?” dedim. “Yerim” dedi. Yarım Portakalı ağzına attı! O kadar susuz kalmış ki yavrum!. Acıkmış! Bunu hâlâ unutamam!
Ben çok üzüldüm. Hâlâ daha kaç sene oldu özellikle o portakal yiyişi hiç gözümün önünden gitmez. İndim aşağı mutfağa aşçıya dedim “Et suyu hazırlar mısın?” Sağ olsun o da hazırladı. Getirdim, elimle yedirdim…
‘ANNE BABASIYLA GÖRÜŞTÜRÜLMESİ İÇİN POLİSLERE YALVARDIK’
Yusuf’un anne babasının hastaneye geldiğinde yaşananları anlatır mısınız?
Annesi babası gelmiş, onlar da televizyondan öğrenmişler oğullarının yakalandığını. “Hayır görüştürmeyiz” diye tutturdu emniyet güçleri. Biz gittik, belki bir daha hiç göremeyecek çocuklarını bir görsünler diye yalvardık yakardık. Zorla da olsa anne babayla görüştürdüler. Ne kadar görüşebildiler, sonra anne baba nereye gitti hiç haberimiz olmadı. Çok sıkı önlemler almışlardı.
O gün hastanenin koridorunda hemşireler toplanmıştı. Hürriyet Gazetesi muhabiri gelmiş, fotoğraf çekecekmiş. Bana sen de gel dediler. Ben istemedim. Ertesi gün Hürriyet’in haberinin başlığı “Yusuf Aslan’ın annesi babası ile görüştürülmesi için hemşireler bütün dişiliklerini kullanarak görüşmeyi sağladılar” idi! Tıpkı günümüzdeki gibi bir medya vardı yani!
‘BİZİM KAÇIRABİLECEĞİMİZDEN ŞÜPHE EDİYORLARDI’
Yusuf Aslan ne kadar kaldı hastanede?
Bir hafta hastanemizde yattı. Biz tedavi için odasına gittiğimizde hemen arkamızdan ya polis ya asker mutlaka geliyordu. Yalnız bırakmıyorlardı bizi. Tabii biz bunları yaptığımız için emniyet güçleri de bunu kaçırsa kaçırsa hemşireler kaçırır diye düşünmüş olacaklar ki her izne çıktığımızda arkamıza ya asker ya polis takılıp takip ediyorlardı. Kiminle görüşüyoruz, ne yapıyoruz onu kaçırmak için diye…
İlk atama yerinizde, henüz birkaç aylık hemşire iken yaşadığınız bu olay sizi nasıl etkiledi?
Çok kötü günlerdi işin açıkçası. Ben insan olarak kabul edemiyorum bu durumu. Zaten karşınızda yaralı birisi var. Siz, ona böyle kötü muamele ediyorsunuz. Hatta anne baba ile bile görüştürmek istemiyorsunuz. Bu insanlık dışı bir olay bence. O zaman çok gencim ben de, yeni başlamışım 2-3 aylık falan bir görev hayatım var. Ülkemizde yeni yeni başlamıştı gençlik hareketi. Herkesin beklentisi var bu hareketin devam etmesi için. Aynı şu an olduğu gibi o dönemde de insanlar hemen yargılanıyordu. Suçsuz çocuklar oysa ki. Doğru düzgün yargılandılar mı, bana göre yargılanmadılar.
‘SONUNUN NE OLACAĞINI GÖREBİLİYORDUK’
Yusuf Aslan’ın idamına kadar geçen süreci sonradan takip edebildiniz mi?
Bir hafta kaldı bizim hastanede, sonra Ankara’ya götürdüler. Sonrasını takip edemedik ama zaten ne olacağını biliyorduk. İşin açıkçası çok üzüldüğümüz bir durumdu. Siz bakıyorsunuz, tedavi ediyorsunuz. Bir genç, her şeyden önce onun nereye gittiğini bilerek yolcu ediyorsunuz. O çok üzücüydü ama o hastane ortamında bile emniyet güçlerinin davranışlarından, hareketlerinden sonunun ne olacağını zaten tahmin etmek çok zor değildi.
Geçen sene mezarına gittiğimizde de çok duygusal anlar yaşadım. Öbürleri için de öyle ama şimdi Yusuf hep böyle yatakta gözümün önüne geliyor. Benim o portakalı soyup verişim, onun yarım portakalı ağzına alışı gözümün önüne geliyor. Gözünü açıp “Deniz yakalandı mı?” diye sormasını unutamıyorum hâlâ.
Her şeyden önce bir insandı o. Suçlu da olabilir, ama öncelikle insan bizim için. Mesleğimiz açısından ne olursa olsun suçlu da olsa o bir insandı. “Bu suçlu işte bunu tedavi etmeyelim” diye bir şey düşünmeyiz biz, bu mümkün değil.
48 YIL ARADAN SONRA MEZARINI ZİYARET
Geçen sene Ankara’da mezarını ziyaret ettiğinizi söylediniz. Neler hissettiniz o anlarda?
Geçen sene Ekoloji Birliği toplantısı için Ankara’ya gittiğimizde arkadaşlar, “yarın Denizlerin idamının yıl dönümü, onların mezarını da ziyaret edeceğiz” dediler. Sürpriz oldu bana da. Anıtkabir’i de ziyaret ettik. Çok mutlu oldum. Orada, mezarının başında anlattım Yusuf Aslan’ın hemşiresi olduğumu arkadaşlara. Çok duygulandım mezarlarının başında, şunları söyledim; “Çocuklar kendinizle gurur duyun. Bugün sizin ölünüzden bile korkuyorlar. Aranıza ikişer tane başkalarının mezarlarını koymuşlar! Demek ki siz iyi şeyler yapmışsınız…”
Yazık oldu gençlerimize, genç fidanlarımıza yazık oldu! Hiç hak etmedikleri bir son onlar için. Benim aklıma geldikçe hâlâ çok üzülürüm. Keşke yaşasalardı, şu anda daha farklı bir durumda olabilirdik… (Kaynak)