Tutukluluğunun ikinci yıl dönümünde sorularımızı yanıtlayan Selahattin Demirtaş’tan hapishaneyi tanımlamasını istedik. Demirtaş’ın bu soruya yanıtı şöyle: “Teke tek dövüşten korkanların bugüne kadarki en namertçe icadıdır hapishane. Ama yine de tarih boyunca hapse atanlar değil, hapisten başı dik çıkanlar yazılmıştır yiğitlik defterine. Bu yönüyle nafile bir icattır hapishane.” Demirtaş’ın partisiyle arasında sorunlar yaşadığına ilişkin iddialara yanıtı ise net: “HDP ile aramda en küçük bir ideolojik, siyasi, çizgisel sorun yoktur. Böyle bir şey olsa, bunu açıkça ifade etmekten çekinmeyeceğimi herkes bilir zaten. Partide yönetim anlayışı, taktik ve siyasi hamleler konusunda bazı yetmezlikler yaşanıyor olduğunu görmek üzüyor beni sadece.”
Yarın HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’la birlikte 12 HDP milletvekilinin gözaltına alınıp 9’unun tutuklanmasının ikinci yıl dönümü. Türkiye siyasi tarihine “4 Kasım darbesi” olarak geçen 4 Kasım 2016’daki operasyon aslında hâlâ devam ediyor; hemen her gün HDP’lilere operasyon yapılıyor. Gözaltına alınanların, tutuklananların haddi hesabı olmamasına rağmen HDP’nin Türkiye siyasetindeki etkisi belirleyiciliğini koruyor.
Selahattin Demirtaş da bu süreçte cumhurbaşkanı adayı olarak, milyonların oyunu alarak Türkiye siyasetinde belirleyici aktör olmayı sürdürdü. Çok yönlülüğüyle her seferinde dikkat çeken Demirtaş, dört duvar arasında olmasına rağmen siyasetin yanı sıra resim çiziyor, öykü, şiir ve güfte yazıyor.
Genç yaşına rağmen Türkiye ve Ortadoğu’nun en önemli siyasi aktörlerinden biri olmayı başaran Demirtaş’la mahpusluğunun ikinci yılı vesilesiyle hapishane koşullarını, partisi HDP’yle ilişkilerini, güncel Türkiye siyasetine ilişkin düşüncelerini ve muhtemel geleceği, avukatı aracılığıyla yolladığımız sorular üzerinden “konuştuk.”
Fotoğraf: Arşiv
Dört duvar arasındaki son iki yılınızla ilgili nasıl bir muhasebe yaparsınız? Kişisel olarak mahpusluğun üzerinizdeki etkisi ne oldu?
Egemenlerin siyasi tutsaklıkla elde etmek istedikleri tek sonuç bedensel özgürlüğün kısıtlanması ve bu yolla eza çektirmek değildir. Aynı zamanda iradesini kırmak, mümkünse teslim almak, halktan ve siyasi mücadele çizgisinden koparmak, hiçleştirmek gibi sonuçlar elde ederek iktidarlarını süreklileştirmek isterler. Biz de bunların tek birinin bile gerçekleşmeyeceğini duruşumuzla, çabamızla ortaya koyduk, koyuyoruz. Nihayetinde hapishane kavramı bize yabancı değil maalesef. Yüz yıldır halkımızın her kesiminden milyonlarca insanın “ziyaretgahına” döndü bu mekânlar. Biz hapisliği normalleştirip olağanlaştırmayacağız ama birer iradi direniş mekânına dönüştürmekten de geri durmayacağız. İki yıldır biz de burada kararlı, iradi tutumumuzu korumaya, güçlendirmeye, temsil ettiğimiz halk iradesine ve mücadelesine layık olmaya çalışıyoruz. Buradaki bütün muhasebem de, yoğunlaşmam da bu yönlüdür. Başka türlü ayakta kalamazsınız zaten. İki yıldır hücre arkadaşım, Gever’in onurlu evladı, yoldaşım Abdullah Zeydan’la birlikte bütün tartışmalarımız, okumalarımız bu yönlüdür.
Sizce hapishane nedir?
Teke tek dövüşten korkanların bugüne kadarki en namertçe icadıdır hapishane. Ama yine de tarih boyunca hapse atanlar değil, hapisten başı dik çıkanlar yazılmıştır yiğitlik defterine. Bu yönüyle nafile bir icattır hapishane.
ABARTILI, GEREKSİZ BİR KORKU ATMOSFERİ VAR DIŞARIDA
Hapisten bakınca dışarısı nasıl görünüyor?
Abartılı, gereksiz bir korku atmosferi var dışarıda. Yağmurda ıslanmaktan niye bu kadar korkuluyor anlamakta zorlanıyorum. İnsanlık tarihi de, bizim yakın-uzak geçmişimiz de çok daha beterlerine şahitlik etti. Korkmayın, çıkın dışarı ve ıslanın yağmurda biraz. Merak etmeyin, güneş açınca kurursunuz hepiniz. Ve benden duymuş olmayın, her seferinde güneş mutlaka doğuyor.
Tutuklanmanızdan hemen önce, Ekim 2016’da sizinle Express dergisi için yaptığımız söyleşide şöyle demiştiniz: “Bize yönelik tutuklamalar da olabilir. Fakat biz tabanımızı buna karşı tepki gösterebileceği, elindeki bütün olanaklarla protesto edebileceği, iradesine sahip çıktığını ispatlayabileceği bir örgütlülük düzeyinde tutmaya çalışıyoruz. Diplomatik alandaki bütün çalışmalarımız bu başlığın bir parçası. Tutuklama gerçekleştiğinde önemli bir uluslararası dayanışma bekliyoruz –bu konuda belli hazırlıklarımız var. Güçlü konumdayız… Bir yandan bu çılgınlığı yapmamaları için uğraşıyoruz, ama yaparlarsa, postumuzun ucuz olmadığını göstermek istiyoruz. Böyle bir şey yapılırsa, bu HDP’nin durdurulmasına değil, sıçrayışına dönüşebilir. Bundan da herkesin emin olarak, özgüvenli hareket etmesi gerekiyor.” Üzerinden tam iki yıl geçen bu sözlerinizi, tutuklu bulunduğunuz iki yılın muhasebesi için bir dayanak yaparsak, neler söylersiniz? “Postunuzun” ucuz olmadığını gösterebildiğinizi, bu sürecin HDP’nin sıçrayışına dönüştüğünü düşünüyor musunuz?
Biz burada imkânlarımız ölçüsünde elimizden geleni yaptık. Eksiklerimiz de, yetmezliklerimiz de, yanılgılı yaklaşımlarımız da oldu tabii ki. Dışarıda ise hem partimiz, hem de halk üzerinde çok fazla baskı var. En küçük bir tepkiye bile çok sert yönelimler oldu. Ama biz biliyor ve hissediyoruz ki, halkımız bizimledir.
Fotoğraf: Arşiv
HDP İLE ARAMDA EN KÜÇÜK İDEOLOJİK, SİYASİ, ÇİZGİSEL SORUN YOKTUR
Geçtiğimiz günlerde HDP’nin kuruluşunun 6’ncı yıl dönümü vesilesiyle hazırlanan bir videoda sizin fotoğrafınıza yer verilmemesi epey tartışma yarattı. Her ne kadar görüştüğümüz bazı HDP’liler “bu tür küçük şeylerin” altında herhangi bir mesaj olmadığını söyleseler de, zaman zaman bu tür “küçük şeylerle” karşılaşıyoruz. Partinizle aranızda belli bazı gerilim noktaları olduğu, fakat karşılıklı olarak bunun üstünün sürekli örtüldüğü hissediliyor. Partinizle aranızda fikir ayrılıkları yaşıyor musunuz? Bu fikir ayrılıklarının temelinde ne yatıyor? Siz hapse girmeden öncesine dayanan sorunlar mı var?
HDP ile aramda en küçük bir ideolojik, siyasi, çizgisel sorun yoktur. Bunun herkes tarafından net olarak bilinmesini istiyorum. Böyle bir şey olsa, bunu açıkça ifade etmekten çekinmeyeceğimi herkes bilir zaten. Partide yönetim anlayışı, taktik ve siyasi hamleler konusunda bazı yetmezlikler yaşanıyor olduğunu görmek üzüyor beni sadece. Bundan kendimi de sorumlu tutarak hem özeleştiri yapıyor hem de eleştiri ve önerilerle dışarıdaki arkadaşlarıma güç vermeye çalışıyorum. Beni başka bir yerde, başka şekilde değerlendirmeye çalışanlar sadece vefasızlık yapmıyorlar, çok da ayıp ediyorlar. Fakat pire için yorganı yakacak kadar da alçalmayacağım hiçbir zaman. Ben, benden beklenen olgunlukla siyasi görevlerime layık olmaya çalışıyorum sadece. Gerisini zamana bıraktım artık. Benim bu mücadelede 28 yılım geride kaldı. Ömrümün kalanında da içinde doğup büyüdüğüm demokrasi ve özgürlük hareketinin bir evladı, yoldaşı olmaya devam edeceğim. Bu benim için bir onurdur. Kimse boş laflara kulak asıp da ciddiye almasın. Büyük bir moralle görevlerimize sarılalım hep birlikte.
Ankara’dan İstanbul’a, Diyarbakır’dan Hakkâri’ye kadar, karşılaştığımız herkes “Demirtaş ne olacak, daha ne kadar hapiste kalacak” diye soruyor. Sizin buna dair bir öngörünüz var mı? Sizce ne zaman hapisten çıkarsınız?
Halkımız ne zaman bu gidişata “êdî bes e” derse, siyasi tutsaklar o zaman çıkar. Mesala önümüzdeki yerel seçimler, Newroz, 8 Mart hep “yeter artık” demenin fırsatlarıdır.
24 Haziran sonrasında daha az beyanat vermeye başladınız. Bunu bir umut azalması olarak mı okumalıyız?
Hayır, böyle değerlendirmek yanlış olur. 24 Haziran gecesine kadar da ben İstanbul milletvekiliydim. İçerideki 1,5 yılım Eş Genel Başkanlık görevinde geçti, Cumhurbaşkanı adayı oldum. Dolayısıyla bunlar hep temsili görevlerdi ve sürekli olarak aktüel politikaya müdahil olmayı gerektiriyordu. Ama şu anda sembolik düzeydeki PM üyeliğim dışında herhangi bir görevim yok. Partimin yönetim kademesinin önüne geçmek veya içeriden müdahale etmek doğru olmaz. Arkadaşlarım benden bir şey isterse, seve seve destek olurum, oluyorum da zaten. Bu sıralar hem edebi yazılara hem de savunmalara yoğunlaştım. Halen birinden tutuklu olduğum -ki bu dava 32 davanın birleşmesinden oluşuyor- toplam 17 dava ve 22 soruşturma devam ediyor. İçeride nasıl bir tempoyla çalıştığımı tahmin bile edemezsiniz. Bu konuda da avukat arkadaşlarımın, ailemin ve eski danışman arkadaşlarımın olağanüstü desteğini görüyorum. Onlar olmasa bu işleri yürütmem imkânsızdı.
Fotoğraf: Arşiv
PARTİMİZ FİİLEN KAPATILMAK İSTENİYOR
Son iki-üç yılda aralarında milletvekilleri ve belediye eş başkanlarının da olduğu binlerce HDP’li ve DBP’li tutuklandı. Sayısız siyasetçi sürgüne gitti. Demokratik siyaset kanalları büyük ölçüde kapatıldı. Sizce bu sürecin Kürt hareketine ve HDP’ye etkisi ne oldu?
Demokratik siyaset kanalları hiçbir zaman tam olarak açık değildi zaten. Son yıllarda doğrudan AYM tarafından partilerin kapatılması yerine direkt olarak parti yönetimi, çalışanları ve tabanına yönelik siyasi yargı operasyonları ile partimiz fiilen kapatılmak isteniyor. Bizim her halükarda demokratik siyaset alanında ısrarcı olmamız ve baskılara karşı partimizi daha da sahiplenerek cevap vermemiz lazım. Kaldı ki son on yılda otuz bine yakın BDP-DBP-HDP’li gözaltına alınıp tutuklanmış olmasına rağmen HDP ve DBP bu saldırılardan güçlenerek çıkmayı başarmıştır. Yine öyle olacak. Demokratik siyasetten geri adım atmayacağız.
Sizinle, tutuklanmanızdan altı ay önce, Haziran 2016’da yine Express için yaptığımız söyleşide “Fahiş hatalar yapmazsak karşımızdaki güç bizi alt edemez” demiştiniz. “Fahiş hatalar neler olabilir” sorumuza ise şu yanıtı vermiştiniz: “Karşımızda çok etkili bir psikolojik kirli savaş mekanizması var. Buraya malzeme vermemek için parti içi disiplin önemlidir. Ama bu disiplini demokratik düzeyde tutmamız, otoriter bir parti gibi davranmamamız lâzım. Parti içi tartışmanın önünü kesersek asıl fahiş hatayı yaparız.” Şu an HDP’de ve Kürt hareketinde gözlemlediğiniz “fahiş hatalar” neler?
Dışarıda baskılar çok ağır olmasına rağmen HDP tabanında herkes büyük bir fedakârlıkla direniyor. İmkânlar neye elveriyorsa onu yapabiliyorlar. Bir defa buna saygılı yaklaşmak lazım. Tabii parti yönetimlerimiz daha etkili bir muhalefet yolu-yöntemi üzerine sürekli kafa yormalıdır. Bunlarla birlikte parti içi işleyiş ve halkla ilişkilerde en demokratik modeli hayata geçirmek için de uğraşmalıyız diye düşünüyorum. HDP’de en geniş kitlelere ulaşmış bir resmi üyelik sistemi ile fiili-gönüllü üyelik sistemi geliştirebilmeliyiz. Önemli kararları da bu üyelerimizle birlikte almalıyız artık. Politika belirlerken de sadece halkın, tabanın, üyelerin görüşünü esas almalıyız. İl-ilçe kongrelerimizden Genel Kongreye kadar en geniş katılımlı ve en demokratik seçimlere imkân sunmalıyız. Her seçimde adaylarımızın tamamı ön seçimle belirlenmeli örneğin. Parti içinde fikir ve düşünce özgürlüğü konusunda en ileri parti olmamıza rağmen bu konularda da yeterli görmeyip daha özgürlükçü olabilmeliyiz. Bunlar bizim genel mücadelemizin esası ve temelidir zaten. Bu bir fantezi ya da lüks değildir, zorunluluktur.
AKP ile MHP arasında af ve Öğrenci Andı başlıkları altında ihtilaf yaşandı ve iş, yerel seçimlerde ittifakın yapılmamasına kadar vardı. Sizce AKP neden affa ve Öğrenci Andı’nın okutulmasına yanaşmıyor?
AKP-MHP ortaklığı kalıcı ve stratejik olamayacak kadar farklılıklar, ayrılıklar üzerine inşa edilmişti. İki partiyi bir arada tutan şey Türkçülüktü sadece. Ama ayrıca iki geleneğin de ayrı tarihsel hedefleri ve çıkarları var. Biri daha dinci bir Türkçülük, diğeri daha ırkçı ve Turancı bir Türkçülük hedefi üzerine inşa edilmiş siyasi geleneklerdir. İkisi de ayrı ayrı devlete sahip olmak, egemen ve iktidar olmak ister. Fırsat buldukça biri diğerini galebe çalmak ister. Fakat söz konusu Kürtler, sol muhalefet, Aleviler olunca sözde devletin bekası başlığında hemen bir araya gelirler. Ulusalcılar ve Kemalistler de bu cephede her daim yerini alır elbette.
BAHÇELİ DOĞRUDAN AKP’Yİ HEDEF ALAN MUHALEFETİ BAŞLATIRSA İŞİN RENGİ DEĞİŞİR
Fotoğraf: Arşiv
AKP-MHP ittifakının sonlanmasının AKP açısından sonun başlangıcı olacağını düşünüyor musunuz?
Hayır, otomatik olarak böyle bir sonuç çıkmaz. Ama Bahçeli, doğrudan AKP’yi hedef alan bir muhalefet başlatırsa, işin rengi o zaman değişir. Bu durumda erken genel seçim vs, gündeme gelebilir. MHP şimdilik AKP’ye had bildirme ve yeniden biat ettirme salvolarını gerçekleştiriyor. Sonuç alırsa gerilimi daha ileri taşımaz. Alamazsa, yerel seçimlerden başlayarak AKP’yi geriletmeyi hedefleyecektir. Yerine de daha milliyetçi, ulusalcı bir seçeneği taşımayı hedefleyecektir. Başarırlar mı, o ayrı. Biz her halükârda kendi mücadelemizi yürütmeye odaklanmalıyız.
AKP-MHP ittifakının sonlanması, AKP’yi tekrar Kürt hareketine yanaşmaya iter mi? Böyle bir noktaya gelinirse, Kürt hareketi nasıl bir tutum alır, almalı?
AKP’nin böyle bir pozisyon değişikliğine gitmesi çok zor olsa da imkânsız değil. Nihayetinde biz bu partinin olağandışı, pragmatik dönüşlerine çok tanıklık ettik. Böyle bir durumda Kürt hareketi ne yapar, bunu ben bilemem. Ama kanımca demokrasi güçleri, demokrasi mücadelesine zarar vermeyecek, yeni faşizan dalgalara zemin olmayacak her türlü ciddi barış girişimine, ahlaken olumlu yaklaşmalıdır.
Tayyip Erdoğan, önümüzdeki günlerde Fırat’ın doğusuna yönelik yeni bir operasyonun olacağını ilan etti. Böylesi bir operasyonun anlamı, etkisi ve sonuçları ne olur?
Savaş politikalarında ısrar etmenin kalıcı hiçbir yararı yoktur. Belki de yaklaşan yerel seçimlere yönelik bir hamledir, tam bilemiyorum. Ama Suriye’de de içeride de savaşta ısrar Türkiye’ye kazandırmaz. Bilakis, kaybettirir. Umarım bu yanlış politikalardan bir an önce geri dönülür.
ABD’NİN İPİYLE KUYUYA İNİLSE DE ÇIKILMAZ
Bu olası operasyonu ABD-Türkiye arasındaki yeni bir ittifak sürecinin sinyali olarak okumak mümkün mü?
Bu da olabilir tabii. Ama kim, kimin tezlerine yaklaştı, bu kısmı önemlidir. ABD’nin Suriye’de etkili olabilmesinin tek yolu Kürtlerle iş birliğiyken, bundan kolayca vazgeçmez. Ama Kürtlerin de giderek daha özgürce ve bölge halklarıyla işbirliğine dayalı bir konumlanma yaratması gerekir. ABD’nin ipiyle kuyuya inilse de çıkılmaz, orada kalınır ancak. Esas Türkiye’nin Kürtlerle hem Suriye’de hem Irak’ta daha fazla yakınlaşması ve işbirliğini geliştirmesi gerekirken, Kürtleri düşman ve tehdit olarak kodlaması yanlıştır. Kürtleri ABD vs, gibi güçlerle işbirliğine iten de Türkiye dahil bölge devletlerinin yüzyıllık Kürt karşıtı politikalarıdır. Bu köhnemiş Kürt karşıtlığından vazgeçebilseler, bölge dengeleri hem Türkiye hem de Kürtler lehine aynı anda değişebilir. Fakat Türkiye’de resmi politika halen “Kürt anasını görmesin” düzeyindedir maalesef.
Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını muhafaza etmeleri hangi koşullara bağlı?
Ulusal birlik, öz güç ve çok yönlü diplomatik, uluslararası ilişki geliştirebilme kabiliyeti; bir de sanat, edebiyat, sinema vb. yol ve yöntemlerle Rojava’yı dünyaya iyi anlatabilmek de hayati derecede önemlidir. Bu konuda da ciddi yetersizlik ve önemsememe yaklaşımı var sanırım. Ama ciddiye almakta büyük yarar var.
İktidar, önümüzdeki yerel seçimde de HDP’li belediyelere kayyım atayacağı mesajını açıkça veriyor. Buna karşı parti olarak yapabileceğiniz herhangi bir siyasi hamle var mı?
Önce kayyım siyasetini sandığa gömüp, oradan bir kez daha halk iradesini çıkaralım, sonrasında mutlaka yeni politikalar geliştirilir.
BİZİM DİNDAR TABANIMIZ SİYASAL DİNCİ DEĞİL, HESAPSIZ MÜSLÜMANLARDIR
Medya Haber’de yayınlanan mülakatınızda yerel seçimler için muhafazakâr tabanın temsiliyetini sağlayacak adayların “mutlaka en güçlü şekilde listelerde yer alması gerektiğini” ifade etmiştiniz. Peki sol ittifak konusunda yapılabilecek neler var?
Genel seçimlerde güçlü bir sol ittifak yapıldı. Elbette bunun yerel seçimlerde de sürmesi lazım. Ama bizim partimizde her düzeyde görev yapan, canla başla çalışan milyonlarca muhafazakâr, dindar yöneticimiz, tabanımız var. Sosyalist arkadaşlarımız da bu insanlarımızın emekleri ve destekleriyle seçilebiliyorlar zaten. Bizim dindar taban ve yöneticilerimiz, siyasal dinci değil, inançlı, hesapsız, çıkarsız, dürüst Müslümanlardır. Koltuk için, rant için Allah’a inanıyormuş gibi de yapmıyorlar. Hepsi de emeğe, demokrasiye, insan haklarına, doğaya, kadın haklarına duyarlı Kürt yurtseverleridirler. Tabii yanlış anlaşılmasın, başka partilerde de var böyle insanlar. Bizim bu insanlarımız dindardır diye kimsenin “yobazlıkla”, “gericilikle” yaftalamasına müsamaha gösteremeyiz. Benim bizzat tanıdığım binlerce Kürt “Seyda’sı”, “Melle’si”, dindar kadını vardır ki, en fedakâr mücadeleleri ortaya koymuştur. Hepsi de kendisine sosyalist diyen bir kısım milliyetçi, Türkçüden daha da emekçi ve daha “solcudur” aslında. Çok şükür bu tür sahte solculuk HDP’de yoktur. O nedenle bizim aynı ilkeler etrafında birleşmiş tabanımızın sesine kulak vererek, mutlaka dindar kimlikli belediye yöneticilerine ciddi şekilde yer vermemiz, demokrasinin de, halkın iradesine saygı duymanın da gereğidir. Ayrıca hem inançlı bir Müslüman’ın adil ve demokrat olması neymiş, hem de iyi bir Müslüman yönetici nasıl olurmuş, bunu da herkese HDP’nin muhafazakâr belediye yöneticileri, eminim ki gösterecektir. Ben bir solcu Kürt siyasetçi olarak buna yürekten inanıyor ve destekliyorum. Elbette her kimlik ve inançtan adaylarımız yine olacak.
YENİ ÖYKÜ KİTABIMIN ADI “DEVRAN” OLSUN İSTEDİM
Barış Atay ve Erkan Baş’ın HDP’den istifa edip TİP’e geçmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Sizce Atay ve Baş HDP’de kalmalı mıydı? Kalmaları ne anlama gelirdi, gitmeleri ne anlama geliyor?
Bu onların kendi kararıdır. Bize düşen, saygı duymaktır. Zaten HDP’yle ortak kararla yaptıkları için bu bir ayrılık veya ayrılma değildir. TİP geleneğini doğru temsil edeceklerini ve mücadelede ortaklaşmaya daha ciddi katkı sunacaklarını umuyorum. Her halükarda bizler yol arkadaşıyız. Başarılar dileyebilirim ancak.
Laf aramızda, öykü kitabınız Seher’den sonra şimdi de bir roman yazdığınızı bizzat yayıncınızdan duyduk. Ne yazıyorsunuz? Romanda ne kadar ilerlediniz?
Roman taslağımı bitirdim. Biraz demlenecek ve üzerinde yeniden çalışacağım. Ama yeni bir öykü kitabım yakında çıkar, sanıyorum. Adı “Devran” olsun istedim. Umarım beğenilir. Yetişirse, bu ay çıkabilir. Ben bitirdim yani. Gerisi yayınevinin işi artık. Roman da belki Nisan gibi çıkabilir.
Öykü yazmakla roman yazmak arasında nasıl bir fark var? Hangisi daha heyecan verici?
İkisi de farklı deneyimler ve tatlar bırakıyor. Roman daha zor ve kapsamlı bir çalışma gerektiriyor tabii. Her ikisinin yazım süreçleri zor ve sancılıydı. İkisi de büyük heyecan veriyordu doğrusu. Yazım sonrası şimdi kendimi aniden bir boşlukta hissetmeye başladım.
RAMAZAN DAVULCUSU BİLE OLSAM TÜRKİYE’NİN KİRLİ SİYASET ARENASINDAN İYİYDİ
Hukukçu ve siyasetçi olmasaydınız ne olurdunuz?
Müzikle ilgilenebilmeyi isterdim. Ramazan davulcusu bile olsam Türkiye’nin kirli siyaset arenasından iyiydi 😊
Geçtiğimiz gün Diyarbakır’da, Ulu Camii’nin yanındaki pazarda fotoğrafınızın basılı olduğu atkıların yanında sadece Che resminin basılı olduğu tişörtler vardı. 9 Ekim’de Che, öldürülüşünün 51’inci yıl dönümünde anıldı. John Berger’ın, Che’nin ölümü üzerine 1967 yılında yazdığı yazıdaki şu paragraf size ne anlatıyor? “Guevara’nın önceden gördüğü ölümü, dünyanın bu katlanılmaz koşullarını kabul ederse, kendi yaşamının ne kadar katlanılmaz olacağının ölçüsünü sunuyordu. Önceden gördüğü ölümü, dünyayı değiştirme zorunluluğunun da ölçüsünü sunuyordu ona. Önceden gördüğü bu ölümün ona sağladığı yetkiyledir ki Guevara bir insana yaraşan onurla yaşayabildi.”
Biz de “yaşamı, uğruna ölecek kadar çok sevenlerin” geleneğinden geldiğimiz için Che’yi anlıyoruz. Bir saniye fazla yaşamak için onurumuzdan vazgeçmedik hiçbir zaman. Başka türlü nasıl değiştirebilirsin ki dünyayı? Diyarbakır’da Ulu Camii’nin yanında beni ve Che’yi buluşturan değişimin gücüne ve yüce gönüllü halkımıza minnetle, şükranla, selamla…
İRFAN AKTAN / GAZETEDUVAR