HDP Sözcüsü Bilgen, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP lideri Bahçeli'yi eleştirdi. Bilgen, Bahçeli için Ferdi Tayfur'dan, "Huzurum kalamadı fani dünyada/ Yapıştı canıma bir kara sevda" dizelerini de kürsüden aktardı.
Paris’te üç Kürt kadın siyasetçinin öldürülmesinde sorumluluğu bulunanların ortaya çıkarılmaması için Fransa ve Türkiye’nin gerekli çabayı sarf etmediğini belirten Bilgen şöyle dedi:
“Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’e yönelik Paris’te gerçekleştirilen katliamın sorumluları açığa çıkmaya başlamıştır. Bugüne kadar Türkiye ve Fransa bu olayın aydınlanması için ne kadar çaba gösterdi, tarih yazacak!”
‘BARIŞI DEMOKRASİYİ SAVUNMAKTAN VAZGEÇMEYECEĞİZ’
HDP Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken’e 16 yıl hapis cezası verilmesini eleştiren Bilgen, şunları söyledi:
GÖKTEPE’NİN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ RESMEN KABUL EDİLDİ: Metin Göktepe katledildiğinde dönemin İçişleri Bakanı “duvardan düştü” diye açıklama yapmıştı. Sonra kamuoyu duyarlılık gösterdi ve işkence altında dövülerek öldürüldüğünü resmi olarak da kabul ettiler. Ne yazık ki Metin Göktepe’yi katledenler sadece 1 yıl 8 ay cezaevinde yattılar, aftan faydalandılar. 2 gün önce kaybettiğimiz Tekirdağ İl Eş Başkanımız Salim Gümüş’ü anmak istiyorum. Sevenlerine sabır diliyorum. Aramızdan 3 yıl önce ayrılan HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak’ı anmak istiyorum. Özellikle kendisine yönelik saldırıdan sonra takındığı tavırla hafızalarımızda. Tetikçiyle ilgili söylediği söz, bir insanlık sözü. Davayı takip etmemiş ve “Bizim için tetikçi değil tetiği çektiren önemli” demişti. Tetikçinin yargılandığı davayı takip bile etmiyor, “bizim işimiz tetikçilerle değil arkasındakilerle” diyordu.
MEZAR TAŞLARI KIRILIYOR: Siyasetçilerden, gazetecilerden vazgeçmiyorlar, öfkeleriyle onlara yaşamı çok görüyorlarsa, mezarlıklardan da rahatsız oluyorlar. Mezarlıklara bile saygı, tahammül göstermiyorlar. Garzan’da ailelere, insan hakları örgütleri takip ediyor ama 100’ün üzerinde cenaze mezarlıklardan çıkarılıyor, İstanbul’a gönderiliyor, mezar taşları kırılıyor. 3 kadın arkadaşımız, Silopi’de ablukalarda katledilen Sêvê, Pakîze ve Fatma’yı da anıyorum. 9 Ocak özellikle kadınlara tahammülsüzlük açısından sembol bir tarihtir. Paris’teki katliam, sadece 3 kadına yönelik bir nefret ve öfke değildir. O katliamın, bir boyutuyla uluslararası işbirliği ile yapıldığı göz ardı edilmemesi gereken bir olaydır. Ama bir boyutuyla da Türkiye’de devletin alışkanlıkları, devletin bildik uygulamaları açısından son derece ibretliktir. 3 Ocak 2013’te İmralı Heyeti ve devlet heyeti ilk görüşmesini yapıyor. Üzerinden bir hafta geçmeden, 9 Ocak’ta Paris’te bu katliam gerçekleşiyor. Bu da gösteriyor ki, bir yandan barış elini uzatanlar öbür elleriyle de tetikçiye yol göstermiş. Bu katliam barış isteğine yöneliktir. Sorumluları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Ömer Güney’in tam da mahkemeye çıkmadan 36 gün önce Fransa’da hastalanıp öldüğü iddiası Fransa’nın siciline girecektir. Bugüne kadar Türkiye ve Fransa bu olayın aydınlanması için ne kadar çaba gösterdi tarih yazacak. Ama bugün ortaya çıkan imzalar, Ömer Güney’le iletişim kurdukları bilinen isimler, istihbarat örgütünün en üstündeki isimlerin, 15 Temmuz öncesinde de Adil Öksüz ile ne kadar yakın bir temasta olduğunu Türkiye toplumu da tüm insanlar da öğrenecektir.
YARGININ HALİ BALUKEN DAVASINDA GÖRÜLDÜ: Bu katliamın barışa yönelik olduğunu ifade ettik. Barışa yönelik infazlar, katliamlar ne kadar önemliyse barışı mahkum eden mahkeme kararları da bir o kadar önemlidir. Biz, sadece bir hafta içinde ceza alan partililerimiz değil; sadece milletvekillerimizin isimlerini paylaşayım sizinle: Leyla Birlik, Sebahat Tuncel, Adem Geverî, Nursel Aydoğan ve İdris Baluken. Bir haftada HDP’li ve DBP’li siyasetçilerin payına düşen budur. Bu, demokratik siyaseti mahkum etmektir. Bu barış arayışını, özgürlük arayışını mahkeme salonlarında mahkum edeceğini sanmaktır. Baluken, hangi suçlardan yargılandı? Mitinglerden, basın toplantısından, yazdıklarından, söylediklerinden. Hadi yazıp söylediklerine, kürsüde ifade ettiklerine tahammülleri yok, bunu anladık ama yazmadıklarından da ceza verdiler. Bingöl Emniyet Müdürlüğü’nün, kendisine ait olmadığını belirttiği bir sosyal medya hesabı olmadığını belirttiği halde o sosyal medya hesabı sebebiyle ceza aldı. Emniyetin raporuna rağmen bu ceza verildi. Yine katıldığı iddia edilen bir cenazeden ceza verildi. O gün Meclis’te olduğu Meclis tutanaklarında sabit olmasına rağmen ceza verildi. Yani yazmadıklarınızdan, bulunmadığınız ortamlardan dolayı da yargılanıyorsunuz. İşte yargının nasıl bir hale düşürüldüğü sadece Baluken davasında bile çok net görünüyor. Yine fezlekeleri hazırlayan savcı, Ahmet Karaca aynı zamanda MİT TIR’ları davasında adı geçen biri. Hükümete yönelik bir fezleke hazırladığında hain ilan ediliyor ama İdris Baluken için hazırladığı iddianamelerle Baluken’e ceza veriliyor. Hangi arkadaşımıza ne kadar ceza verirlerse versinler ne bu cezayı alan ne de bayrağı yere düşürmemek için mücadele eden arkadaşlarımız, hiçbirimiz barışı, demokrasiyi savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
TOPLUM ÇÜRÜRSE DEĞİŞMEZ: Geçtiğimiz haftalarda gündeme giren, toplumsal boyutu içimizi acıtan taciz vakaları, ekranlara yansıyan görüntüler var. Bir ülkede kanunları yanlış olduğunda düzeltebilir, yöneticileri değiştirebilirsiniz. Ama bir toplum çürüdüğünde bunu kanun yapar gibi kolayca değiştiremezsiniz. Bir baba, 4 ve 2 yaşlarındaki iki çocuğunu katlediyor. İnternetten aldığı 500 liralık bir pompalı tüfekle. Sonra kendisi intihar ediyor. Elbette ki bu konunun toplumsal boyutu kadar, yüzleşme, hesaplaşma kadar devletin buradaki sorumluluğuna dair gerçeği açık konuşmak zorundayız. Ülkeyi yönetenlerin sadece acı paylaşmak, sadece babayı suçlamalarının ötesinde vermeleri gereken bir hesap var. Anne, defalarca karakola, savcılığa başvurduğunu söylüyor. Ama o iki çocuğu koruyacak polis bulunamıyor. Arama yapacak, silahı yakalayacak kimse çıkmıyor. Çünkü koruma orduları sadece protokolü koruyor. Bir devlet, çocuklarını koruyamıyorsa, aksine silah alımını teşvik ediyor, cesaretlendiriyor ve özendiriyorsa bu sadece münferit bir olay gibi geçiştirilebilecek bir durum değildir. Bu bir sistemin çökmesidir. Bir sistemin topyekun insan hayatını değersizleştirmesidir. Tabii, devlet niye var? “Devletin bunca kurumu niye var” sorusuyla yüzleşmemiz gerekiyor. Bu açıdan ciddi bir bütçeye sahip belki de en devasa kurumlardan birisi Diyanet. Güya toplumda değerleri koruması gerekiyor. Kadınlar sokakta Diyanet adına sözler söylerken kimi ilahiyatçı kılıklı kişilerin utanç verici, ahlak dışı sözleriyle fetvalarıyla ilgili duyarlılıklarını ortaya koyuyorlar. Şüphesiz bir toplumda çürüme herkesi için önemlidir ama tam da bu çürümeye karşı sorumluluk alsın diye 4-5 bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçesi olan bir kurum tam da bu çürümeye yol açıyorsa bunun sorgulanması gerekir.
DİN BU MU? İnsafla ve adaletle soralım: Din bu mu? 9 yaşındaki çocuğun evlenmesi, sakalsız erkeklerden tahrik olunduğunun söylenmesi, tacizci öğretmenin şeriat hükmüyle yargılanmak istemesi… Din bu mu? Din bu mu? Eğer din buysa bu din ahlakın neresinde, insanlığın neresinde duruyor? Yok din bu değilse Diyanet dinin neresinde duruyor? Toplumsal çürümeye dair ve bu toplumsal çürümede devletin rolünün ne kadar büyük olduğuna ilişkin devletin rolü konusunda en önemli sorunlardan birisi uyuşturucu. 2015 verilerine göre Türkiye’de uyuşturucu kullanımındaki artış yüzde 700. Uyuşturucu bağımlılığından ölümlerin oranı yüzde 250 artmış. Bu rakamlar neden 2015 yılına ait. Çünkü 2015’ten sonra Türkiye Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi TUBİM artık rakam açıklamıyor. Neden? Bu korkunç tabloyla yüzleşmeyelim diye. Peki, rakamları açıklamadığınızda gerçekler ortadan kalkıyor mu? Hayır. Okulların bahçesinde işlerini yapanlar çocuklarımızı zehirlemeye devam ediyor. Yüksel Caddesi’nde insan haklarını kapatmak için onlarca polis bulunuyor, bir pankart açmaya kalkıldığında onlarca polis ortaya çıkıyor, ama okul önlerinde çocuklarımız uyuşturucu tacirlerinden korumak için önlem alınmıyor.
BAKAN DÜNYAYA BAKSIN: Yıllar önce MHP’li bir siyasetçi Şevket Bülent Yahnici, “bu ülkede beyaz Toroslar eskortluk yapmadan uyuşturucu ticareti yapılamaz” demişti. Dolayısıyla İçişleri Bakanı ayak kırma edebiyatı yapmadan önce bu tespite dair ne söyleyebilir onu düşünsün. Dünyada bırakın ayak kırmayı, uyuşturucu baronlarını infaz eden ülkeler var. Mesela Meksika, Kolombiya, Brezilya. Peki, bu ülkelerde uyuşturucu ile mücadelede alınan bir mesafe var mı, hayır. Ülkeleri uyuşturucu baronları yönetiyor. Peki uyuşturucuyla mücadelede başarılı olan ülkeler ne yapıyor? Eğitimle aşıyorlar. Gelir dağılımındaki çarpıklıkla uyuşturucu kullanımı arasındaki bağı masaya yatırıyorlar. İşte bizde bunu yapabilecek bir akıl, cesaret kararlılık olmadığı için ayak kırma ile uyuşturucunun çözüleceği algısı oluşuyor. 2 ay önce bu çatıda uyuşturucu ile mücadele için muhalefetin zorlamasıyla bir komisyon oluşturuldu ama komisyon hala çalışmaya başlamadı. Şimdi, her gün çocuklarımız kaldırımlarda dökülürken bu konuda bir komisyonun kurulması için 2 ay beklemenin samimiyetle, kararlılıkla bir izahı olabilir mi? Ne yazık ki Türkiye gittikçe hem hukuk zemininde hem ekonomide hem toplumsal zeminde çürüyor, çöküyor. Bu çöküşte, bu çürümede, ülkenin nasıl yönetildiğiyle ilgili çok net bir fotoğraf çekmeliyiz.
BUGÜN DUYDUMUZ VAKALAR KATLANIR: Cezaevleri fotoğrafı her hafta olduğu gibi gündemimizde. 32 yaşında kanser hastası Selman Aşçı tedavi edilmediği için bağırsakları patladı, hayatını kaybetti. Yine Ulaş Yurdakul cezaevinde infaz edildi. Kim öldürdü, öldüren kişi annesine telefonda ne söyledi, hepiniz biliyorsunuz. Devletin kontrolündeki bir cezaevinde birisi “terörist” diye öldürülüyor, sonra da gururla aileye müjde veriliyor. Cezaevlerinde tek tip kıyafetle ilgili dayatma bugün duyduğumuz vakaların onlarca katının yaşanmasına sebep olacak. Geçmişte bu konuda ısrar edenlerin hangi sonuçlarla karşılaştığını hepimiz biliyoruz. Herhalde ülkeyi yönetenler de biliyordur. Eğer biliyor ama bile bile pişkinlikle hareket ediyorlarsa, bunun bırakın adil yargılanmayla bağını, daha ilerisini hesap ediyordur. Bir muhalefet lideri dün cezaevlerinde tek tip kıyafetle ilgili, “ne yapılacaktı, smokin mi giysinler” dedi. Cezaevindeki gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin smokin giymek gibi bir dertleri hiç olmadı. Onlar ülkeleri için bir şeyler yapmak, ülkelerinin karşı karşıya olduğu tehlikeye dikkat çekmenin bedelini ödüyorlar. Tek gündemi Cumhurbaşkanı seçimi olan, tek gündemi 2019’da kaç milletvekili alacağız derdi olanlar var. Bu sözün sahibi aslında kendi derdini ifade ediyor. Kendi smokin hesabının, smokini kimin giyeceğinin hesabına düşmüş. Meşhur biz sözdür, “başkalarının yolunda yürüyenler iz bırakmazlar.” Cumhurbaşkanlığı hesaplarında kim kimin izinde yürüyor, bilmiyoruz.
FERDİ TAYFUR’DAN İKİ MISRA PAYLAŞAYIM… Ama birbirlerini çok sevdiklerini arka arkaya dinlediğiniz mesajlardan anlıyorsunuz. İsterlerse Katolik nikahı da kıyabilirler, birbirlerinden ayrılmamak üzere. A+B diye kafa karıştırmasınlar. Biz elbette seçim barajıyla ilgili ilkesel yaklaşımımızı ifade ettik. Ama bari bize akıl vermesinler. Malum siyasetçi, Ferdi Tayfur’u çok seviyor, Türkiye siyaseti bu arabesk ruh halinde yönetilmeye devam edilecek. Ben de bu nedenle Ferdi Tayfur’un dillendirdiği şarkılardan birinden iki mısrayı paylaşayım:
Huzurum kalamadı fani dünyada
Yapıştı canıma bir kara sevda.
Belli ki siyasetçi kimliği smokin bir kara sevda gibi yapışmış ve o kara sevdadan kurtulamadıkları için başka dertler üzerinden herkesi itham ediyorlar. Selahattin Demirtaş cezaevinde, bu durumu çok iyi tarif etmişti “İlla bir devlete başkan olmak istiyorsan Devlet’e başkan ol bari” demişti. Diğer muhalefet partilerini 5 benzemez diye tarif etmiş. O ikisi Allah için birbirlerine çok benziyorlar. Demokrasi, hukuk devleti, kurunun yanında yaşı da yakmak konusunda çok benziyorlar. Hayırlı olsun.
SON KHK YA İÇ SAVAŞA YA DARBEYE SÜRÜKLER: Bizim gündemimizde, ittifaklar değil OHAL var. KHK’lerle darbe ve iç savaş kıskacına alınmış olması var. Bir kez daha, altını çizerek tekrarlıyoruz; son KHK Türkiye’yi ya bir iç savaşa ya da bir darbeye sürükler. Türkiye’nin barışına, huzuruna, güvenine, demokrasisine hiçbir şey katmaz. 15 Temmuz’dan önce de ablukaya alınan şehirlerle ilgili, “bu süreç Türkiye’yi darbeye götürür” diyorduk. Askere yargı zırhıyla ilgili tehlikeleri de defalarca söyledik. Bu düzenlemeyle askerleri yargı muafiyetinden bağımsız tutmak, darbeye sebep olur dedik, 15 Temmuz oldu. Bari bu sefer yapmayın. İnsanlık tarihinde, demokrasi tarihinde, darbeler tarihinde öyle HÖH gibi isimlerle birilerini silahlandırarak darbelerin önüne geçildiğine dair bir tek örnek yok. Ama darbelere sebep olduklarına dair onlarca örnek var. Eğer bununla yüzleşmezseniz uyanmazsanız, siviller silahlanırsa, toplumu iç savaşa gidecek yanlışlarda ısrar ederseniz, bu handikaptan çıkmak OHAL ile doğru düzgün mücadeleyi gerektirir.
TAŞERON DÜZENLEMESİYLE OHAL’İ ŞİRİN GÖSTEREMEZSİNİZ: OHAL’in onlarca mağduru var. Sadece insan hakları savunucuları değil, gazeteciler değil. Örneğin sağlıkçılar, 7- 8 ay güvenlik soruşturmaları tamamlanmadığı için atamaları yapılmıyor. Taşeron işçilerle ilgili düzenlemeyle OHAL’i şirin göstereceklerini zannediyorlar. Sonra ne çıkıyor? Taşeronlar mevcut haklarından feragat ederek ancak kalıcı personel olabiliyor. Şimdi daha iyi anlaşılıyor mu neden KHK ile yaptıkları? Bir tek örnek göstersinler, işçiler, emekçiler lehine Meclis gündemine getirilmiş ama bizim muhalefet ettiğimiz bir tek düzenleme göstersinler; ama yok. Tam tersine neredeyse Türkiye’nin ortak vicdanı olan bütün düzenlemelerde biz ısrar etmişiz, hükümet mecbur kalınca düzeltme yapmış. Niyetini işçilerin, taşeronların durumunu düzeltmekse niye bunu kanunla yapmıyorsunuz, KHK ile yapıyorsunuz? KHK ile yapmayı tercih ediyorsunuz? Güya KHK ile sorun çözüyor gibi görünüyorsunuz bir yanda da bir oldubitti yapıyorsunuz. OHAL bir vesayet rejimidir. Seçim yapılır, yapılmaz; ne olursa olsun bizim açımızdan her türlü ittifakın tek ölçütü vardır. Kimin ne kadar koltuk alacağı değil Türkiye’yi OHAL’den kurtarmak için bugün ne dendiği önemlidir. Bugün ne kadar kararlı olunduğudur, bugün ne kadar demokrasi mücadelesi verildiğidir.
ÜLKENİZE FRANSIZSINIZ: OHAL demişken AYM ile de ilgili bir kaç söz söylemeden olmaz. Düşünün ki bir ülkede KHK ile her şey yapılabiliyor. Sınır yok. AYM de baştan ilan etmiş, benim bunu denetleme yetkim yok” diyor. AYM üyelerine sormamız gerekiyor, mesela bir KHK ile bütün Türkiye şöyle bir kararla uyansa ve “siyasi partiler kapatılmıştır. Belediyeler kaldırılmıştır. Seçim yasaklanmıştır. Hatta AYM gereksizdir, AYM lağvedilmiştir” dense. Peki bu KHK’ye karşı yapılabilecek bir şey var mı? Hukuk savunma için maaş aldıklarını ancak o zaman mı anlayacaklar? Bu bir ülkenin uçuruma sürüklenmesidir. Hep Fransa örneğini veriyorlar. Fransa’da OHAL dolayısıyla kaç kişi işten atıldı? Yok. Kaç gazete kapatıldı? Yok. Kaç şirkete el koyuldu? Yoksa peki Fransa’yla nasıl kıyas yapıyorsunuz? Şimdi siz, ya Fransa’dan habersiz Fransa’yı örnek gösteriyorsunuz ya da kendi ülkenize Fransız’sınız.
TÜRKİYE İRAN HALKINA İRAN’DAN DAHA SERT: Elbette OHAL koşullarında dış politika nasıl olursa, Türkiye dış politikası öyle. Saygınlığın ve tutarlılığın olmadığı, ilkesiz bir dış politika. Çok basit bir kıyas yapacağım. İran’da halk sokağa dökülüyor. Türkiye neredeyse İran Cumhurbaşkanı’ndan daha sert açıklama yapıyor. Galiba şundan rahatsız oluyor. Bundan 15-20 yıl önce Türkiye’de gösteri yapıldığında “Türkiye İran olmayacak” sloganları atılırdı, şimdi İran sokaklarında “İran Türkiye olmayacak” sloganları atılıyor. İran’da insanların sokağa çıkmasını baştan mahkum eden baştan bir ihanetin içerisinde tarif eden bu anlayış hala Suriye’de bir alternatif ordu kurma çabasında. Gerçekten komşularınızı düşünüyorsanız bir tarafta slogan atanı tehdit olarak görüp öbür tarafta alternatif ordu kurma çabası içine nasıl girersiniz. Ahmet Kaya’nın deyimiyle “nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça.”
CUMHURBAŞKANI SATIN ALMA MÜDÜRÜ GİBİ: Bu çelişki AB ile ilişkilerde de kendini gösteriyor. Uzun süren çabalar sonrası Fransa Cumhurbaşkanı’ndan randevu alıyor ve Fransa’ya gitmeyi başarıyor ilişkilerde yeni bir sayfa açmak için. Ama çok ilginç, aynı gün İçişleri Bakanı da uyuşturucu tacirlerinin ayaklarını kırmaktan söz ediyor. Siz Avrupa ile yeni sayfa açmak isteyeceksiniz, Bakanını da suçla mücadele için ayak kırmaktan söz edecek. Burada tutarlılık var mı? Bunların hiçbirisi olmadığında geriye Sayın Cumhurbaşkanı’nın sanki bir et firmasının satın alma müdürü gibi ülke ülke dolaşıp hangi ülkeden kaç kilo et alacağımıza karar vermesi kalıyor.
DÜNYA NEYİMİZİ KISKANIYOR: “Ekonomide gelişmiş ülkeler bizi kıskanıyorlar” diyorlar. ABD’de enflasyon oranı 2,1, AB’de 1,5. Bizim neyimiz kıskanıyorlar? İnsani gelişmişliğimizi mi? Gelir dağılımındaki çarpıklığımızı mı? Bunu bir açıklasınlar da kendi yalanlarına nasıl inanıyorlar bir öğrensek. Türkiye’de gerçekten kıskanılacak bir sektör var. Hangi sektör, bankacılık sektörü. Türkiye’de bankalar diğer sektörlerle kıyaslanamayacak kadar kar ediyorlar. Dünyadaki alternatifleriyle kıyaslanmayacak kadar kar ediyorlar. Peki, nerede kaldı sizin faizle mücadeleniz? Bankalar neyle kar ediyor? Dış ticaret açığı 67 milyar dolara çıkmış. Bu tablo, Türkiye’nin OHAL’de ne hale gördüğünü gösteriyor.
HDP’NİN ELEŞTİRİLERE İHTİYACI VAR: HDP’nin gündeminde kongre var. HDP 5. yılında, 3. Olağan Kongresine gidiyor. HDP’nin kuruluşunda deklare ettiği iddiaları, hedefleri var. Topluma verdiği sözler var ve bu sözlerin yerine getirilmesi için ne yapılması gerektiği konusunda bir fırsattır bu kongre. HDP eksikleriyle, yanlışlarıyla, eleştirilmesi gereken öneriler sunulması gereken bir partidir. Buna hepimizin çok ihtiyacı var. Hepimiz öneri ve eleştirileri almak için elimizden geleni yapacağız. HDP ne yapmalı, değişen koşulları nasıl okumalı, nasıl bir tutum almalı, örgütlenme yapısını nasıl iyileştirmeli; buna dair öneriler almak için bölge konferansları yapıldı, bu eleştirileri, bu değerlendirmeleri almak ve geleceğe daha kararlı yürümek için. Evet, HDP’nin sözleri var. HDP borçlu. HDP cenazesini bir hafta yerden kaldıramayan Taybet Ana’ya, onun ailesine borçlu. HDP, Roboski’de katledilen çocuklar ve onların annelerine borçlu. HDP, Soma’da madene değil mezara inen işçilerin 3 kuruş daha fazla kar etmek için 301 kişinin bir mezara gömülesinden dolayı tüm maden işçilerine borçlu. HDP bu borcu ifa etmek için siyaset yapıyor. Bunun için de kendini acımasızca eleştirmeye devam etmesi gerekiyor. Bu cesaretle, bu kararlılıkla ancak bu yük taşınabilir, bunun idrakiyle hareket etmeli.
HDP’DE KOLTUK KAPMACA OLMAZ: HDP’de siyaset koltuk kapmaca oyununa benzemez. HDP’de siyaset yapmak bedel ödemeyi göze almaktır. Bu ağır yükün idrakiyle, cesaretle öncülük yapmakla mümkündür. Bu nedenle önümüzdeki haftalarda sadece Türkiye siyasetine dair çabalarımızı konuşmayacak, aynı zamanda Türkiye demokrasisinin inşasında nasıl bir HDP’ye ihtiyacımız var sorusunun cevabını arayacağız. Arama toplantıları yapıyoruz. Alevilerden Çerkeslere, çevre hareketlerinden kadın hareketlerine kadar HDP’nin eksikliklerine ilişkin tartışma toplantıları yapmaya devam ediyoruz. Bunları elbette ki sosyal medyada da gazetelerde de yapanlar, HDP’yi uzaktan sevenler, HDP’nin çeperinde olanlar var. Kim hangi eleştiriyi yaparsa hepsine ihtiyacımız var. Tüm eleştiriler motivasyon kaynağımızdır. Yeter ki HDP içine kimse oynamaya kalkmasın. Yok, güvercinlerdi yok şahinlerdi kamplaşmalar icat etmeye kalkmasınlar. Bu yapılmadığı müddetçe, kötü niyetle hiçbir işe yaramayan işlere niyet edilmezse biz bu kongre sürecinden başarıyla çıkacağız. Türkiye kazanacak, Türkiyelileşme iddiası kazanacak, Kürtler kazanacak, hepimiz birlikte kazanacağız.