Oya Baydar, “HDP’li milletvekillerinden kurtulma hamlesinden başka bir şey olmayan dokunulmazlık tartışmaları bir kez daha siyasetin ve siyasetçilerin sorumsuzluğunun, ehliyetsizliğinin, ilkelliğinin aynası oldu. Sorunu çözmek yerine şu veya bu biçimde yok edip kurtulmaya dayalı bu ilkel zihniyet dün olduğu gibi bugün de Türkiye siyaset sahnesinde hâkimiyetini koruyor” ifadelerini kullandı.
Oya Baydar’ın t24’te yayınlanan “Dokunmak yetmez, asın!” başlıklı yazısı şöyle:
HDP’li milletvekillerinden kurtulma hamlesinden başka bir şey olmayan dokunulmazlık tartışmaları bir kez daha siyasetin ve siyasetçilerin sorumsuzluğunun, ehliyetsizliğinin, ilkelliğinin aynası oldu. İlkelliğinin diyorum, çünkü insanın en ilkel tepkisi; karşısında çaresiz kaldığı veya kendisine tehdit olarak gördüğü canını sıkan yaratığı yok etmektir.
İdam cezası, aynı ilkel dürtü ve vahşi çözümün yasaya kitaba uydurulmuş biçimidir. Şiddeti ve terörü silah olarak kuşanmış eril faşist zihniyet, arkaik tortularla dolu devlet anlayışı veya münkirin katli vaciptir düsturunu vaaz eden teokratik anlayış; devletin taammüden cinayet işlemesinden başka bir şey olmayan idam cezasını savunur. Ülkemizde de, ne zaman toplumsal vicdanı yaralayan ağır bir suç işlese hemen idam cezası tartışmaları gündeme gelir.
Sorunu çözmek yerine şu veya bu biçimde yok edip kurtulmaya dayalı bu ilkel zihniyet dün olduğu gibi bugün de Türkiye siyaset sahnesinde hâkimiyetini koruyor.
Geçenlerde hunhar bir kadın cinayetinden sonra gencecik kızların, “İdam istiyoruz!” pankartlarıyla yürüdüklerini görünce içim ürpermişti. Bir süre önce o sıralarda başbakan olan Cumhurbaşkanı “ben de idamdan yanayım” demiş, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu idam cezasının yeniden getirilmesinden yana olduğunu söylemiş, ideolojisi gereği aklı fikri darağacına takılı kalmış MHP Genel Başkanı Bahçeli ise, birkaç seçim önce miting kürsüsünden elinde yağlı urgan sallayarak oy toplamaya çalışmıştı. “Asacaksın şöyle birkaçını, o zaman işler düzelir” söyleminin yaygın olduğu, taraftar bulduğu bir ülkedir burası.
HDP’den ve Kürtlerden kurtulmak için…
Sorunu çözmek yerine şu veya bu biçimde yok edip kurtulmaya dayalı bu ilkel zihniyet dün olduğu gibi bugün de Türkiye siyaset sahnesinde hâkimiyetini koruyor. HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın emri altındaki mahkemelerde sözde yargılanmaları, mahkûm edilip hapse tıkılmaları, yetmedi vatandaşlıktan çıkarılmaları, bu yolla HDP’nin büyük ölçüde Meclis dışına atılması, dağılması, seçim şansının sıfırlanması; iktidarın hasmını yok ederek kurtulma hamlesinden ibaret.
Bunca ölüm, yıkım, acı karşısında Kürt sorununun çözümü, güneydoğudaki savaşın sona erdirilmesi, ülke nüfusunun en az yüzde yirmisini meydana getiren Kürtlerin yaşadıkları acıların telafisi, Kürt halkının yürek soğumasının, giderek kopuşunun durdurulması için iktidarın tek önerisi, tek planı Tayyip Erdoğan’ın son muhtarlar toplantısında dile getirdiği: “Çözüm arıyorsanız, işte size çözüm! Bunların zerresi bile kalmayıncaya kadar bu topraklardan attığımızda, çözümü gerçekleştirmiş olacağız” anlayışı. Bir sürü laf kalabalığını, terörle mücadele, vatan, millet, birlik, huzur, vb. palavralarını bir yana koyarsanız, bulabildikleri çare: Son Kürt de boyun eğip biat edene kadar savaşa, yok etmeye, yıkmaya devam.
Bu konuda AKP hiç de yalnız değil. Çağdışı, eril faşizan zihniyetin en iyi temsilcilerinden Devlet bey, adına pek uyan şekilde, bir yandan AKP siyasetini alkışlarken öte yandan, yetmez, daha ne duruyorsunuz, vatandaşlıktan da atın diye naralanıyor. Ağaç deyince darağacı anlayan Bahçeli’nin içinden geçirip de henüz yüksek sesle söyleyemediği söz: “asın!”, ki MHP zihniyetinin sadece MHP ile sınırlı olmadığını da biliyoruz.
CHP’ye gelince; bazı partili milletvekillerinin itirazlarına rağmen Kılıçdaroğlu AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması yolundaki yasa teklifini “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek desteklerken aslında aynı zihniyetin sulandırılmış “light” versiyonunu temsil ediyor. İktidarın, Kürt halkını sindirme savaşını kitlelere meşru göstermek için tezgâhladığı yalanlarla örülmüş algı operasyonunun etkisi altında, “HDP eşit PKK, eşit terör” denkleminden ödü kopup, Anayasaya aykırı olduğunu bile bile HDP’lilere kurulmuş tuzağa ortak oluyor. Üstelik böyle bir adımın Türkiye’de demokrasiye ve Kürt sorununun çözümüne vurulmuş çok ağır bir darbe olacağını hesaba katmadan.
Bir de efelenmiyorlar mı! Kılıçdaroğlu yeni benimsediği Tayyip Bey ve benzerlerinin üslubunu acemice taklid ederek, dokunulmazlıklar konusundaki ayıbının üstünü, “CHP’liler de hapse girmeye hazır olmalıdırlar!” diye gürleyerek örtmeye çalışırken, kahraman değil komik oluyor. Herkes biliyor ki şu anda iktidarın derdi CHP’liler falan değil HDP. Meclis’ten ve siyasetten dışlanmak istenen HDP’ye, Kürt halkının iradesine ve demokrasiye kalkan olmaktan korkan Kılıçdaroğlu’nun ucuz kahramanlık nutukları havada kalıyor.
Türkiye’nin Kürt sorunu, diğer konularda can düşmanı olan sağlı sollu siyasetlerin buluşup birleştiği noktadır. Çünkü bu siyasetlerin tümü milleti hâkime (egemen ulus) konumundaki Türk unsur ve onun devleti üzerine kuruludur. Osmanlı devleti bile içinde barındırdığı çeşitli milliyetlere, dinlere, dillere rağmen Türklük üzerine inşa edilmişti. Bu anlayış ne İttihat Terakki döneminde, ne Cumhuriyet devletinde, ne de bugün değişmiş değil.
Egemen Türk ve onun devleti; farklı unsurların iktidarı alma hakkı dahil eşit yurttaşlık temelinde, kendi kimlikleriyle varolmalarını dün olduğu gibi bugün de kabullenemiyor. Bu anlayışa göre “öteki”, ya dize getirilip asimile edilecek ya da yok edilecektir. Devlet; toplumsal yaşamın düzenini sağlayan, yurttaşın hizmetinde bir araç değil bir tapınç nesnesi, yüce bir varlıktır; devletin milleti ise milleti hâkime olan Türktür.
AKP iktidarı devleti ele geçirdiğinden ya da devlet tarafından ele geçirildiğinden beri, yedeğine MHP’yi, CHP’yi, sağ-sol milliyetçileri alarak terörle mücadele kılıfı altında tüm muhalefeti ve demokratik düzen kırıntılarını yok ederken, bu devletçi- milliyetçi ittifakın unsurları, Kürt savaşının ve son teröriste kadar söyleminin aslında son demokratik kırıntı yok edilene kadar anlamına geldiğini fark etmiyorlar.
Edemiyorlar çünkü hem kendileri özde demokrat değiller, hem de dün olduğu gibi bugün de Türkiye’de Kürt meselesinin demokrasi, hukuk, adalet sorununun tam kalbinde yer aldığını anlayamıyorlar.
Erdoğan iktidarı bu durumun bilincinde ama onun demokrasi, hukuk, adalet diye bir sorunu yok. O otoriterlikten totaliterliğe geçiş için yol temizliğiyle meşgul. Bu aşamada yolu tıkayan engellerin başında HDP geliyor. O halde yok edilmelidir, katli vaciptir.
Erdoğan’ın Kürt sorununun sivil siyasetle, diyalogla, uzlaşma çabasıyla çözümü yerine savaşla, ölümle, onarılmaz yıkımlarla bitirilmesi tercihi (ki bu asla mümkün olamayacak, yara kangrenleşecek ve uzuv kesilmek zorunda kalınacaktır) Türkiye’yi yakın tarihinde benzeri görülmemiş bir çözümsüzlüğe sürüklüyor. Bu vahim ötesi gidişata dur demenin yolu, CHP’nin ve bir kısım ulusalcı çevrenin yaptığı gibi Kürt siyasi hareketini tepelemekten, Kürt halkını zorbalıkla, ölümle, yıkımla dize getirmek için AKP ile ittifaktan değil, Kürtlerle demokrasi cephesinde buluşmaktan geçiyor.